Değerli dostlar, geçmişte yaptığımız bir haksızlık veya kötülük için ne düşünüyoruz? Yaptığımız haksızlığın veya kötülüğün farkında oluyor muyuz? Kötülüğün, haksızlığın, zulmün ne olduğunu biliyor muyuz? İnsanlarla birlikte yaşadığımız toplumda, iletişimde bulunduğumuz ortamda ve özellikle de yöneten ve yönetilen konumlarındaki her yerde birçok kez haksızlığa uğramış, zulüm görmüş, kötülükle karşılaşmış olabiliyoruz. Bakınız, size ilginç bir öykü aktarayım.
***
Ünlü halife Harun Reşit’in oğlu Me’mun, henüz çocukken hocası ona haksız yere tokat atar. Ne olduğunu anlayamayan Harun Reşit’in oğlu Me’mun, şaşkınlık içinde hocasına “Bana neden vurdun?” diye sorar. Bu soru karşısında hocası ona yalnızca “Sus!” der. Bu davranıştan sonra hocası, hiçbir şey olmamış gibi konuşmasını sürdürür. Ama Harun Reşit’in oğlu Me’mun yine sorar: “Hocam, bana neden vurdun?” Hocası yine ciddi bir sesle “Sus!” der ve konuyu kapatır.
***
Aradan yirmi yıl geçer. Harun Reşit’in oğlu Me’mun, babası ölünce onun yerine halife olur. İlk iş olarak hocasını huzura çağırtır. Durum, bellidir. Halife Me’mun, hocasına “O gün bana haksız yere neden vurmuştun?” diye sorar. Hocası, gülümseyerek “Onu hâlâ unutmadın mı?” der. Halife Me’mun, “Asla unutmadım!” diye karşılık verir. Halife Me’mun’un hocası, aldığı bu cevap karşısında tarihe ibret olarak not düşülecek şu sözleri söyler. “Ben o tokadı, işte bu günler için attım. Zulme uğrayanın asla unutmayacağını öğrenesin ve kimseye haksızlık yapmayasın, zulmetmeyesin diye yaptım. Sakın, kimseye zulmetme, haksızlık yapma! Gördüğün gibi yapılan zulüm, kötülük ve haksızlık, yıllar geçse de unutulmaz, insanın aklında içten içe yanan, hiç sönmeyen bir kor gibi yanar durur.”
***
Öykümüz ilginç değil mi? Bu öyküden ders alınmış mıdır? Sanmıyorum. Çünkü haksızlıklarla, zulümlerle, kötülüklerle o kadar çok karşılaşıyoruz ki ders alındığını düşünemiyorum. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Safahat adlı eserinde bu durumu şöyle anlatır.
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
BİR DOKUN, BİN AH İŞİT!
Peki, şöyle yaşadıklarımıza ve tanık olduklarımıza baktığımızda ne görüyoruz, nelerle karşılaşıyoruz? Şimdi bu satırları okuyanların, “Yaramıza parmak bastın!” dediklerini duyar gibi oluyorum. Bir dokun, bin ah işit! Bu konu ile ilgili birçok atasözümüz hemen aklımıza geliveriyor. Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste! Mazlumun ahı yerde kalmaz!
ADALET ÇİZGİSİNDEN ÇIKMAMAMIZ GEREKİYOR
Toplumda birlikte yaşadığımız kişilere karşı haksızlık yapmamak, biribirimize kötü davranmamak en öncelikli davranışımız olmalı. Hele ki yönetici konumunda bulunuyorsak önce eşitlik sonra da adalet çizgisinden çıkmamamız gerekiyor. Günümüzde yönetici konumunda bulunan birçok kişi, çeşitli nedenlerle ya adil olamıyorlar ya da eşit davranamıyorlar. Bunun nedenini birçok gerekçeye dayandırabiliriz.
LİYAKAT SAHİBİ OLUNMALI
Her şeyden önce yapılacak işin ustası, uzmanı olunması gerekir. Yani liyakat sahibi olunmalı. Sonra, ilgili ve bilgili olunmalı. Yapılan işe ilgi duyulmalı ve o işle ilgili bilgi sahibi olunmalı. İlgi yoksa bilgi işe yaramaz. İlgi var ama bilgi yoksa o da işe yaramaz. İkisi bir arada olursa değer kazanır. Liyakatle birlikte bilgi, beceri, vicdan, merhamet, adalet ve insanlık; birbirini tamamlayan zincirin halkaları. Tabii bunların yanında akıl, mantık ve zeka, işin parlatıcısı ve cilası olacaktır. Her türlü görev ve sorumlulukta işini doğru dürüst, hakkıyla ve layıkıyla yapan yöneticilerin çoğalması dileklerimle…
Sözün Özü
Haksızlık kadar öğretici eğitim yoktur. Benjamın Disraeli