Almanya Hükümet partileri CDU/CSU, SPD ve muhalefetteki Yeşiller tarafından hazırlanan dört sayfalık “18/8613” sayılı tasarıyı Alman Federal Parlamentosu 1915-1916 yıllarında Osmanlı topraklarında Ermeni halkına yapılanları “soykırım” olarak tanımlayarak kabul etti.
Sembolik bir “sertifika” olarak dosyalarda yerini almaktan öte bir yaptırımı olmayan tasarı Türkiye’de bahar ayında zemheriye dönüştü.
TEPKİ Mi? BİLİMSEL DİPLOMASİ Mİ?
Türkiye’ iç politikada bütünleştirici üslup, dış politika da ihtiyatlı diplomasi yürütebiliyor mu? Saman alevi gibi parlayan söylemler dış politikada diplomasi dili olur mu? Siyasal kazanımlar endeksli tehditkâr söylemler iç politika dili olur mu?
Daha önce İsviçre ve Fransa için kullanılan bu türden söylemlerden sonuç alınabilindi mi?
Bu nedenle bilimsel söylemler ile önleyici, kalıcı dış politika diplomasi dili gerekmez mi?
NE YAPMALI?
Dış politikalarını dünya kamuoyu içinde taraf bulacak söylemler üzerinden yürüten ülkeler gelişerek ekonomik ve siyasal alanda güç sahibi oldular.
Dün, Saddam, Muammer Kaddafi, Usame bin Ladin’in dünyaya kafa tutan haykırışları hala kulaklarımızda. Bunlar ile yolların ayıran uluslar arası sermaye hazırladıkları sinsi planları ile Iraklı, Libyalı işbirlikçi ihanet çetelerinin desteğini yanlarına alarak ülkeleri işgal ederek Saddam ve Kaddafi’yi “ halk düşmanı” ilan ederek “demokrasi getireceğiz” yalanı “kendi halklarına” öldürtmediler mi?
Türkiye Ortadoğu ülkesi değildir. Uluslar arası sermayenin yaptırımlarına boyun eğmeden dünya halklarını yanına alan tutum belirlemeli. Ekonomik-siyasi çıkarlarını, toprak bütünlüğünü koruyan, önleyici, kalıcı, bağımsız dış politikalar geliştirmeli.
ALMANYA’YA YAPTIRIMLAR MI UYGULANACAK?
Hadi uygulayalım!
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Muhalefet liderleri, Belediye Başkanları ve kurum müdürleri BMW, WV, Mercedes, Audi marka Alman makam araçlarını iade etsinler mi? Sermaye temsilcileri, şirket yöneticileri, patronlar BMW, VW, Mercedes, Audi araçlarını geri versinler mi?
Alman vatandaşlarına vize koyalım mı? Made in Deutschland yazan tüm Alman malı tarım - sanayi –sağlık makinelerini ve ürünlerini ülkemizden çıkaralım mı? Alman sigorta şirketlerini sınır dışı edelim mi? Alman tarım ve sağlık ilaçlarının kullanımlarını yasaklayalım mı? Ülkemizde bulunan tüm Alman fabrika ve iş yerlerini kapatalım mı? Ülkemizde bulunan Alman elçilik ve konsolosluklarına el koyup “utanç müzesi” yapalım mı? Hitler bıyığı bırakmayı yasaklayalım mı? Osmanlı’nın çöküşünün sorumlusunu Almanlar ilan edelim mi? Zaten, Türkiye’de cereyan eden her olayın altından “dış güçler olduğu” aşikâr değil mi? Almanya’da yaşayan dört milyona yakın Türk ve Türk kökenli Alman vatandaşlarını Türkiye’ye geri dönsünler mi? Almanlar ile olan ticari, askeri, siyasi ilişkilerimizi donduralım… Almanların ülkemizde alet, edevatları ne varsa Türk malı tırlara yükleyerek Viyana kapılarına bırakalım mı?
Balkanlardan ülkemize gelen soğuk havaya karşı “Türk’ün sabrını sınamayın” diye bağıralım mı? Bir Türk’ün dünyaya bedel olduğunu gösterelim mi?
Ne kazanırız?
Ne kaybederiz?
Aslı olması gereken çözüm; önleyici, kalıcı, uluslar arası desteği olan devlet diplomasisi ve sorumluluğu değil mi?
Yaptırım, öyle üst perdeden konuşup alttan işportacı tezgâhında İsviçre, Fransız, İtalyan, Alman malı don-çorap yakarak, dökerek, bağırarak kameralara görüntü vermekle olmaz.
1915’DE ALMANYA NEREDEYDİ?
Almanya 1915-1916 döneminde Osmanlı sermayesi ve ordusu içinde önemli bir yere sahip. Bugün Alman Federal Parlamentosu “soykırım” kararı alırken o dönemki Alman devleti ve Alman generallerin Osmanlı üzerinde kurduğu egemenliğin kalıcılaşması ve Rusya’ya karşı beslediği düşmanlığın sorumluluğunu da ortaya koymalı.
1915 döneminde 12 sayfalık rapor hazırlayan Alman Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşleri Başdanışmanı A. M. von Schwarzenstein’ın Almanların rolünü ortaya koymuyor mu?
Dönemin Alman Başbakanı Bethmann-Hollweg “Yegane gayemiz, sonuç olarak Ermenilerin mahvolup olmadıklarına bakmadan, Türkiye’yi harbin sonuna kadar yanımızda tutmaktır.” Demiyor muydu?
Osmanlı komuta kademesinde başta Osmanlı Genelkurmay Başkanı Friedrich Bronsart von Schellendorf dâhil olmak üzere Alman generallerden oluşuyor muydu? 1915’de en güçlü ismi Talat Paşa savaş bittikten sonra kaçıp Almanya’ya sığınmadı mı?
İYİ OKUMAK VE ÖZÜMSEMEK
Almanya Parlamentosundaki Sol Parti 2015’de verilen (18/4335) önergeyi dikkatli okuyalım. Alman sermayesinin Ermeni soykırımdaki rolünü şu şekilde ifade ediyordu: “Bağdat Demiryolu’nu yapan Philipp Holzmann AG on binlerce Ermeni’yi Osmanlı ordusundan ‘ödünç’ alarak köle gibi parasız çalıştırmadı mı? Sonra ölüme göndermedi mi? Deutsche Bankve Victoria Sigorta, Ermeni halkının mal varlığından ve sigorta poliçelerinden çıkar sağlamadı mı?
Türkiye bunları iyi okumadan “Çılgın Türkler Avrupa kapılarına geliyor” söylemi ile hiç bir şey elde edilmez. Alman Sol Parti o dönem Alman devletinin tutumunu ortaya koyarak sorguluyor. Önemli olan öz eleştiri kültürünü özümseyerek eleştiri yapma kültürünü geliştirmektir.
Bu nedenle, 1915-1916 yılında her ne yaşandıysa Almanya bunun ağır bedellerini Osmanlı’ya yükleyerek karşıdan seyredemez. Almanya, 1915-1916 ekonomik ve siyasi ganimetlerinin, sorumluluğunun hesabını vermeli, tazminat gerektiriyorsa ödemelidir. Türkiye 1915-1916 yıllarında yaşanılan olaylarda Osmanlının sorumluluğu varsa üstlenmesi gerekir mi? “Biz Türkiye Cumhuriyetiyiz. Sen meseleni Osmanlı ile hallet” der mi? Veya başka argümanlar mı geliştirir bilemem. Türkiye ivedilikle uluslar arası halklar arasında destek bulacak, Türk ve Ermeni Halklarının vicdanlarını rahatlatacak bir devlet politikası ortaya koymalıdır.
Türk-Alman halkları arsında bir düşmanlık körüklenmeden, diğer Avrupa ülkelerinde gündeme getirilmeden soyut söylemlerden, tehditkâr tavırlardan, Perinçek ajitasyonundan kurtulmalı. Önlem alıcı, kalıcı, bilimsel, halkların desteğini alan dış politika diplomasisi yürütmelidir.
Hadi hayırlısı…