Ülke olarak, ne kadar geliştiğimiz ve zenginleştiğimiz söylense de, halk olarak elimizdeki donelere baktığımız zaman gerçeğin böyle olmadığını görmüş oluruz. Nasıl bir öğrencinin okulda başarılı olup olmadığını karnesine bakarak öğreniyorsak, halkın da nasıl yaşadığına bakarak o ülkenin nasıl bir ekonomiye sahip olduğunu öğrenebiliriz.
Vatandaş olarak ayın sonunu getiremiyorsak, çocuğumuzu en iyi şartlarda eğitemiyorsak, gelecek kaygısı ve işten çıkarılırsam ne yaparım kaygısı yaşıyorsak, ürettiğimiz ürünlerin maliyeti kazancımızı geçiyorsa, kendi sağlık sigortamızı ödeyemiyorsak, sosyal ve kültürel bir etkinliğimiz yoksa, çocuklarımızın geleceği bizi endişeye düşürüyorsa, o toplumda ne ekonomik özgürlük ne de sosyal devlet anlayışından bahsedemeyiz.
Yollarımız var hem de duble, hava alanlarımız var hem de en büyüğü, hızlı trenlerimiz var rüzgar gibi, oyumuz var şuyumuz var, varda var… Ama ülkemizde huzurlu ve mutlu insanlarımız yok. O eski ailelerin sıcaklığı yok. İnsanlarımızda samimiyet ve hoşgörü yok. İnsanımız afyonlanmış gibi sanki, hayal aleminde geziyor. İntihar edenler, kendini yakanlar, çoluk çocuğunu vurup sonra kendini vuranlar, aman Allah’ım neler oluyor bize?
Ülkemizi ayakta tutan temel taşlar vardır. Esnaf, çiftçi, emekli, işçi, memur ve sanayici. Bunların durumuna baktığımız zaman, sadece sanayici ve memurun durumunun biraz iyi olduğunu görürüz. Esnaf, çiftçi, işçi ve emeklinin ayakta kalması biraz zor. Asgari ücretin açlık sınırının altında olması, ülkenin içinde bulunduğu ekonomiyi gösteren baş faktör.
HALK NE MUTLU NE DE UMUTLU
Halkın içinde yaşayan birisi olarak, esnafı dinliyorum mutsuz; işlerin durgunluğundan şikayetçi, sigortasını ödeyemediğinden şikayetçi, vergilerin ağırlığından şikayetçi, şimdi soruyorum size bu esnaf nasıl mutlu olabilir?
Türkiye gibi verimli toprakların bol olduğu bir ülkede, ürettiği ürünlerle ülkenin tüm gıda ihtiyacını karşılamaya çalışan, ülkenin göz bebeği, alnının teri ile para kazanmaya çalışan çiftçi kardeşimize soruyorum, nasıl mutlu musun diye? Ondan aldığım cevap daha beter. Açıyor ağzını ve başlıyor: mazottan giriyor, gübreden çıkıyor. Yani işin özeti, o da mutsuz. Zor şartlar altında çocuğunu dershaneye gönderen aile, çocuğunun kazamadığını öğrenince nasıl mutsuz oluyorsa, kazan öğrencinin ailesi de çocuğu okulu bitirip ataması yapılmayınca o da mutsuz oluyor. Nasıl bir iştir ki, sevinçle başlayan işlerimiz bile mutsuzlukla sonuçlanıyor.
Bu yüzden bizdeki gelecek kaygısı ve ekonomik kaygı, maalesef tüm başarılarımızın da önüne geçmektedir. İşte tam da bu yüzden mutlu değiliz toplum olarak. Yaptığımız işlerden mutlu değiliz, hayattan mutlu değiliz, okuldan, ailemizden… Mutlu değiliz.
MADDİ SIKINTILAR MANEVİYATI BİTİRİYOR
Baskı sonunda ya ailelerimizde ekonomik isyan başlıyor ya da sosyal patlamalar yaşanıyor. Ekonomik yönden sıkıntı çeken ailelerin, çocuklarını kontrol etmesi zorlanıyor. Bu çağdaki çocuklar, beraber gezdiği arkadaşlarının yaşantısından etkileniyor. Aynı imkanlara sahip olmadığını bildiği halde, o imkanlara sahipmiş gibi davranmaya başlıyor. Varlıklı olan arkadaşının giydiği elbiseyi giymeye çalışıyor, aynı telefon markasından almayı istiyor, aynı yerlerde yemek içmek istiyor, evet bu onun en doğal hakkı ama şartlar bu şekilde yaşamasına olanak vermiyor. Şimdi soruyorum size; Bu şartlarda olan bir ailenin huzur ve mutluluğu bulma olasılığı nedir?
Sizce sadece maddiyat mı mutsuzluğumuzun nedeni? Tabi ki değil. Özellikle son günlerde yaşadığımız intiharlar ve intihar girişimleri, borcunu ödeyemeyen esnafın kendini asması ya da yakması. Küçük kız çocuklarına musallat olan insan müsveddelerinin ortaya çıkmasında da en önemli kriter; aile içi bağların zayıflaması, ekonomik veriler, maneviyat eksikliği gibi unsurların yokluğu gelmiyor mu? Ailesinden maddi manevi bir destek görmemiş kişilerin sapkınlıklarına şahit olmuyor muyuz toplumca? Oysa % 99 Müslüman bir toplum olmamıza rağmen, böyle sapıklıkların bizim ülkemizde yaşanıyor olması, kendimizi tekrar muhasebe etmemize sebep olmalı. Kanada, Hollanda, Japonya gibi gelişmiş ama Müslüman olmayan ülkelerde bunların yaşanmaması, o ülkenin tamamen ekonomik rahatlığından, huzurundan, kültüründen ve manevi olarak insanlara ve canlılara duyduğu sevgiden başka bir şey değildir.
Bizler de bir gün atalarımızın ve dedelerimizin yaşadığı manevi havayı yaşamak ve onlar gibi güvenilir bir toplumda çocuklarımızı güven ve huzur içinde yaşatmamız temennisi ile yazıma son veriyorum.
Saygılar