Değerli okurlarım… Bugünkü yazımı ne siyasete nede ekonomiye ayırdım. Bugün, içinde bulunduğumuz toplumdan ve yaşadığımız hayattan bahsedeceğim. Toplumun bize kazandırdıklarından ve kaybettirdiklerinden söz edeceğim.
Konu başlığında belirttiğim gibi; neden mutsuzuz? Neden insanlarımızın yüzü gülmüyor? Neden herkes yaptığı işten, bulunduğu ortamdan, yaşadığı hayattan, kazancından şikayetçi? Şu an bu yazıyı okuyan okurum, hiç kendine sordun mu? Bu hayatta mutlu muyum? Ya da neden mutsuzum diye? Eminim soranların % 90'ı bu hayattan mutsuz.
Değer yargılarımız bizi o kadar kıskaca almış durumda ki, insan belli bir aşamadan sonra ne için ve nasıl yaşadığını bile unutur hale geliyor. Toplumsal baskı, kim, 'ne derler' olgusu, bizi bu hayattan soğutan ve yaşadığımız ortamdan bir tat almamızı önleyen en önemli unsurlardan biri.
Ekonomik özgürlüğü olmayan toplumların, yaşadığı sıkıntı ve ekonomik olarak düştüğü dar boğazları aşması mümkün olmuyor. Para denilen illet, insanımızı ve toplumumuzu o kadar kilitlemiş durumda ki, onsuz ne huzur ne mutluluk ne de neşeli bir hayat var olacak gibi.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, daha sistemlerini tam olarak kuramadıklarından, vatandaşımıza da gerekli öz güveni verememektedir. Yani bizim toplumumuzda hala çocuklarımız için gelecek kaygısı devam etmektedir. Hal böyle olunca da, aile bireylerinin sıkıntısı hiç bitmemekte ve kaygıları bir ömür boyu sürmektedir.
TOPLUMU AYAKTA TUTAN YAPI TAŞLARI DA MUTSUZ
Halkın içinde yaşayan birisi olarak esnafı dinliyorum; mutsuz, işlerin durgunluğundan şikayetçi, sigortasını ödeyemediğinden şikayetçi, vergilerin ağırlığından şikayetçi… Şimdi soruyorum size; bu esnaf nasıl mutlu olabilir?
Türkiye gibi verimli toprakların bol olduğu bir ülkede, ürettiği ürünlerle ülkenin tüm gıda ihtiyacını karşılamaya çalışan, ülkenin göz bebeği, alnının teri ile para kazanmaya çalışan çiftçi kardeşimize soruyorum; “Nasıl mutlu musun” diye? Ondan aldığım cevap daha beter. Açıyor ağzını ve başlıyor; mazottan giriyor, gübreden çıkıyor. Yani işin özeti, o da mutsuz. Zor şartlar altında çocuğunu dershaneye gönderen aile, çocuğunun kazanamadığını öğrenince nasıl mutsuz oluyorsa, kazanan öğrencinin ailesi de çocuğu okulu bitirip ataması yapılmayınca, o da mutsuz oluyor. Nasıl bir iştir ki, sevinçle başlayan işlerimiz bile mutsuzlukla sonuçlanıyor.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunun işçisi, emeklisi, sanayicisi, memuru hangisine sorarsanız sorun mutsuz. Peki, bu kadar mutsuzun yaşadığı yerde kim mutlu yaşıyor?
PEKİ, KİM MUTLU?
Hemen söyleyeyim size. Atadan dededen zengin olan ve hatırı sayılı bir mal elde edenler, zamanında karı koca devlet memuru olup üst kademede yer alanlar, devletin imkanlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullananlar, yani ekonomik olarak, yarın kira günü, doğal gaz bu ay kaç lira gelmiş, çocuğun okul harcı gelmiş, elektrik su gelmiş muhabbeti yapmayan ve çocuklarının geleceği için en ufak bir kaygı duymayanlar en azında ekonomik olarak rahat ve mutlular. Tabi böyle tuzu kuru insanların da ülkenin başka sorunlarından dolayı muzdarip olduğu söylenilebilir. En azından böylesine elit bir tabakanın ülkenin daha demokratik, daha güvenli, daha çağdaş, daha adil yönetilmemesinden rahatsız olanlar da mutsuz.
Ekonomik olarak sorunlar yaşayan ve halkına ferah bir yaşam sunamayan ülkelerde, Ar-Ge çalışmalarından, sanattan, spordan, bilimden, astronomiden de bahsetmek mümkün olmamaktadır. Yarın nasıl geçineceğini, “bugün işsiz kalır mıyım” derdini çeken toplumlarda kültürel ve bilimsel gelişmelerin yaşanması mümkün değildir. Unutmamalıyız ki, Osmanlı'nın mimari, astronomi, matematik, edebiyat gibi sanatsal ve bilimsel gelişmelerin yaşandığı dönemi, Osmanlı'nın en parlak dönemidir.
Bu yüzden bizdeki gelecek kaygısı ve ekonomik kaygı, maalesef tüm başarılarımızın da önüne geçmektedir. İşte tam da bu yüzden mutlu değiliz toplum olarak. Yaptığımız işlerden mutlu değiliz, hayattan mutlu değiliz, okuldan, ailemizden, mutlu değiliz.
Bu kadar olumsuzlukların içinde mutlu olabilmek başlı başına bir maharet gerektirir. Kendi sosyal sıkıntıları ile boğuşan bir nesil geliyor geriden. İlkokul çağında ki çocuklara bile şimdiden gireceği sınavlar hatırlatılıyor, hayatın zorluğundan ve kazanamazsa yaşayacağı zorlukları onun gözünün içine soka soka anlatmamızdan belli oluyor.
EKONOMİK SIKINTI MANEVİYATIMIZI DA VURUYOR
Baskı sonunda ya ekonomik isyan başlıyor ailelerimizde ya da sosyal patlamalar yaşanıyor. Ekonomik yönden sıkıntı çeken ailelerin, çocuklarını kontrol etmesi zorlanıyor. Bu çağdaki çocuklar, beraber gezdiği arkadaşlarının yaşantısından etkileniyor. Aynı imkanlara sahip olmadığını bildiği halde, o imkanlara sahipmiş gibi davranmaya başlıyor. Varlıklı olan arkadaşının giydiği elbiseyi giymeye çalışıyor, aynı telefon markasından almayı istiyor, aynı yerlerde yemek içmek istiyor, evet bu onun en doğal hakkı ama şartlar bu şekilde yaşamasına olanak vermiyor. Şimdi soruyorum size bu şartlarda olan bir ailenin huzur ve mutluluğu bulma olasılığı nedir?
Sizce sadece maddiyat mı mutsuzluğumuzun nedeni? Tabi ki değil. Özellikle son günlerde yaşadığımız, küçük kız çocuklarına musallat olan insan müsveddelerinin ortaya çıkmasında da en önemli kriter; aile içi bağların zayıflaması, ekonomik veriler, maneviyat eksikliği gibi unsurların yokluğu da bitiriyor toplumumuzu. Ailesinden maddi manevi bir destek görmemiş kişilerin sapkınlıklarına şahit olmuyor muyuz toplumca? Oysa % 99 Müslüman bir toplum olmamıza rağmen, böyle sapıklıkların bizim ülkemizde yaşanıyor olması, kendimizi tekrar muhasebe etmemize sebep olmalı. Kanada, Hollanda, Japonya gibi gelişmiş ama Müslüman olmayan ülkelerde bunların yaşanmaması, o ülkenin tamamen ekonomik rahatlığından, huzurundan, kültüründen ve manevi olarak insanlara ve canlılara duyduğu sevgiden başka bir şey değildir.
Bizler de bir gün atalarımızın ve dedelerimizin yaşadığı manevi havayı yaşamak ve onlar gibi güvenilir bir toplumda çocuklarımızı güven ve huzur içinde yaşatmamız temennisi ile yazıma son veriyorum.
Saygılar