Pandemi öncesi çoktan en önemli sorunumuz haline gelen işsizlik, maalesef Covid-19 salgınıyla beraber daha yakıcı bir hal aldı. Yıllara dayalı yanlış ekonomik politikalar, siyasilerin öncelikleri ve eğitim seviyesinin yetersizliği nedeniyle her yıl üst üste yığılarak artan işsizler ordusuna covid-19 döneminde binlerce kişi daha eklendi.
"Kadınlar ve gençlerin çalışma hayatına katılımı arttığı için işsizlik oranlarını düşürmekte yavaş kaldık" diyen gerçeklerden kopuk üstenci bakışa sahip beceriksiz kadrolara; “üretimsizlik politikanızla nasıl işgücü yaratacaksınız, ihtiyacın çok üstünde mezun veren okullar ve umudu kalmadığı için iş bile aramayanları hangi istatistik rakamlarına dahil edelim?" diye sorsak, tatmin edici bir cevap alamayacağımız çok belli.
Ülkede mevcut tüm hayati konularda olduğu gibi İşsizlik sorununa da çözüm bulmakta yetersiz olanların becerikli olduğu yegane alan siyasal ve finansal rant yaratmak.
Birçoğu evrensel üniversite eğitim seviyesinin yakınına bile yaklaşamayan tipik yüksek lise eğitimi olarak tanımlayabileceğimiz ülkemizdeki özel üniversiteler, gençlerimizin iş gücüne katılımını en az 4-5 yıl erteleyen bir mekanizma ve aynı zamanda yüksek eğitim rüyası içindeki gençlerin umut içindeki ailelerinden okul sahiplerine bir servet transferi projesidir.
Gelişmiş ülkelerde görmeye pek alışkın olmadığımız günün her saatinde caddede, sokakta, AVM'lerde, cafelerde, meydanlarda bu kadar çok sayıda gencimizi görüyor olmamız istatistiklere hiç bakmadan, işsizliğin ne kadar ağır olduğunun bir göstergesi aslında.
"Önce imam ol sonra ne olacağına karar verirsin" orta öğretim sisteminden gelen sayısı her geçen gün artan umutsuz, mutsuz, asabi, tedirgin, hayal kırıklığı içindeki mesleksiz üniversite mezunu gençlerimiz adım adım toplum düzeninin dışına kaymakta.
Geleceğine dair bir netlik göremeyen gençlerin geliştirdikleri en belirgin savunma mekanizması ise yüksek lisans, doktora ya da ikinci üniversite okuma yoluyla eğitim süresini uzatarak hayata mümkün olduğunca geç atılmak. Bir yandan işsizlik belasıyla yüz yüze gelmeyi geciktirirken bir yandan da hala okuyor olma nedeniyle aileden maddi destek almaya bir gerekçe bulmaktalar.
Siyasi yapının ürettiği iş fırsatları ne yazık ki vasatın ötesinde. İş fırsatları; eğitimsizsen inşaat işçiliği, üniversite mezunuysan; neredeyse her mahallede açılan tüketim merkezi AVM'lerde mağaza çalışanı olmakla sınırlı. Daha nitelikli iş imkânları o kadar kısıtlı ki... Kamu görevlerine toplumun bir kısmını dışlayarak liyakat kurallarını ve hakkaniyet duygularını ezerek partizanca atamalar yapılması vicdanlarda büyük yaralar açmakta.
Ya, büyük bir toplumsal yaraya doğru doludizgin giden 40 yaş üstü işsizler? Bir yaşam düzeni oluşturmuş, aile geçindiren, belli taahhütlerin altına girmiş işsiz kaldığı gerçeğini sabah işe gider gibi evden çıkarak ailesinden bile saklayan yetişkinler. Gün boyu popüler kahve dükkânlarında bir fincan kahve eşliğinde internet üzerinden iş arayanlar... Kredi kart limitlerini hızla dolduranlar... Geriden yığınla gelen genç işsizler ordusunu düşük ücretle istihdamını bu nitelikli elemanlara tercih etmesi nedeniyle, belki bir daha asla arzu ettiği işi bulamayacak olanlar...
KARAMSARLIĞA DOĞRU
Karamsarlığın çevrelediği ülkemizin bu eğitimli ve deneyimli insanlarının işsizliğin pençesine düşmeleri hem aile, hem toplum hem de ülke esenliği adına sahici ve yıkıcı bir sorun.
"Liyakat sorunu, mesleksizlik, çalışma saatleri adaletsizliği, çağın ihtiyaçlarına göre donanımı eksik bir işgücü ve en önemlisi istihdam yaratamayan başarısız, zayıf, dışa bağımlı gayri milli bir ekonomik model ve belki de işsizlik politikalarıyla yardıma muhtaç hale getirdiği insanlar üzerinden, topluma hükmetmek isteyen bir devlet politikası mı uygulanıyor?" diye düşünmeye başladık sanki.
Sosyal devlet elbette yoksula, fakire, kimsesize yardım eden devlettir. Ancak sosyal devletin en önemli işlevi; onurlu bir yasam için vatandaşına çalışma hakkı tanımak ve çalışma imkanı sunmaktır. Ülkede sosyal yardım alan kişi sayısı her gecen gün artarken, işsizlik de artıyorsa biliniz ki şimdilik sessiz görünen o çoğunluk bir yerden sonra "Yeter artık" diyecek.