Geçmiş tarihimiz boyunca, bulunduğumuz yer olarak, kıtalar arasında yer alan, doğa ve insan kaynağı ile ciddi birikime sahip bir toplum için “ Gelişme” bir matematik denklemine sığmayacak kadar çok yönlü bir sorundur.
İşte ülkemiz Türkiye bu özelliklere sahip ender ülkelerden birisidir.
Gelişme ve büyüme mücadelesine aklın, demokrasinin, özgürlüğün çerçevesinde yeniden koyabiliyorsak, bugün 80 Milyonluk nüfusumuzla çağdaş ve sanayileşmiş bir toplum hedefine doğru ciddi adımlar atmamız gerekirdi.
Bu gidilmekte olan yolun doğal engellerle, zorluklarla dolu olduğunu bilmemiz gerekir.
Bu zorlukları ve engelleri aşmaya çalışırken, birde kendi kendimizle uğraşmamamız, zor olanı olanaksız kılmamamız gerekir diye düşünüyorum.
Demokrasi, barış, anlayış;
Bunlar göze ve kulağa hoş gelen, herkesin kolaylıkla sahip çıkabileceği kavramlardır.
Ancak;
Bunları kendi açımızdan, kendi yararımıza ve kendimize yontarak ele almıyorsak, her birine gönül koymak, emek vermek, her birinin bedelini ödemek gerekir.
Biz bu bedeli ödemeye, toplum olarak hazır mıyız?
Demokrasi; Karşıtlarının özgürce mücadelesidir.
Demokrasi; Uygarca uzlaşmak yoludur.
Başkalarının bizim düşüncelerimize karşı özgürce mücadele vermesini kabulleniyor muyuz?
Onlarla, belirli noktalarda uzlaşabilecek medeni cesarete sahip miyiz?
Demokrasinin, “Az gelişmişi” ve “İkinci sınıfı” olmayan bir rejim modelidir.
Demokrasi farklı düşüncede olanların birbirini en ağır biçimde suçlayabildiği bir ortamda, yaygın bir düşmanlık şartlanmasının geçerli kılındığı bir çerçevede çözüm üretemez.
Önümüzdeki dönemlerde barış ve anlayış gibi kavramları soyut değerler olmaktan çıkarmanın sınavı verilecek.
Barışın, sadece siyasi liderler arasında, temsilciler arasında, siyasal kümeler arasında başlayıp bitmediğini görmek gerekir.
Bugün ülkemizin gereksinim duyduğu barış bundan çok daha kapsamlıdır.
Tarihimizle çağımız, geçmişimizle günümüz arasında farklı yaşam tarzlarının, farklı dünya görüşlerinin, farklı hassasiyetlerin arasında bir barıştır.
Barışın gereği, kendi geçmişimizle aramızdaki hesaplaşmaları, vicdanların süzgecinden yeniden geçirip değerlendirmektir.
Anlamadıklarımızı anlamaya çalışmaktır.
Kendi doğrularımızı sınayabilmektir.
Toplumsal barış birbirini anlamaktır, saymaktır.
Her biri kendi içinde kapanmış, birbirini sevgisizlikle bakan, sürekli olarak bu yönde şartlanan kümelerin güncel yaşayıştan siyasete kadar,
Kültürden beğenilere kadar,
Her alanda sergiledikleri bir güvensizlik ve kopukluk ortamında, her kümenin, kendi dışındakini düşüncesinden ötürü mahkum edebildiği bir çerçevede, kim, kiminle ne üzerinde uzlaşabilir diyorum.
Aramızdaki görünmez duvarları yıkabilmenin ön adımı;
Birbirimizi anlamaya çalışmaktır.
2020’nin Türkiye’si, her şeyden önce kendisiyle uzlaşmak durumundadır.
Demokrasinin de,
Siyasetin de,
Ekonominin de;
Geleceği öncelikle bu anlattıklarıma bağlıdır.
Ülkemiz, bu uzlaşmayı, gerçekleştirebilecek güce, deneye, insana sahip bir ülkedir.
Esen kalınız efendim.