Ülkemiz’ de hayli ilginç bir siyasal ortam yaşamaktayız.
Siyaset sosyolojisinin uzmanları gelecekte bizim bu günlerimizi herhalde derinliğine inceleyerek çok şeyler yazacaklardır sanırım.
Bu gün ‘Tarım Toplumu’ olmaktan, ‘Sanayi Toplumu’ na
‘Köylülük’ dokusundan ‘Şehirlilik’ özelliklerine geçmekte olduğunu görmekteyiz.
Bu geçişin son aşamalarına geldiğimize bile söyleyebilirim.
Doğal olarak;
Dünyanın her ülkesin de zorlu ve acılı geçmiş bu süreç, bizde de toplumsal depremlere, altüst edici değişimlere yol açarak gelişiyor ve yol alınıyor.
Türkiye’nin temellerinde bir büyük değişimin sancıları yaşanırken, bunun siyaset kurumuna yansıması,
Hatta bir kurumu yeniden biçimlendirmeye zorlaması kadar doğal bir şey olamaz.
Ülkemizde, ilericisiyle, aydınıyla, bağnaz ve din sömürücüsüyle bir süredir yaşadığı bölünmeleriyle bir bakıma bu dağınıklığı, sadece ‘Olağan üstü dönemin sonucu’ diye nitelemek meselenin sadece bir boyutunu açıklar.
Siyaset kurumundaki bu dağınıklık ve arayışlar;
Aynen söz konusu olağan üstü dönem gibi, ülkemiz temelindeki değişimin ve sancıların ürünüdür diyorum…
Günümüz siyasetinde, siyasetteki dağılmalarda ve yeniden biçimlenmelerde, arayışlarda, bütün bu etkenler hep var olmuş, bundan sonrada var olacaktır.
Kendini toparlamaya çalışan günümüz ilerici ve aydın dediğimiz kitlesi önündeki iki açmazı henüz aşamamışa benzemektedir.
Açmazlardan biri gerçekçi olmayan bir aydınlık gurubu,
İkincisi de; Aydın olmayan bir gerçekçilikle yetinmeye çalışan gurup.
Ülkemizin ekonomik sorunlarının sadece siyasal iktidarların kimliğinden kaynaklandığı fikrini bilmeyenimiz yoktur sanırım.
Çoğulcu ve demokrat kimliğini meydana getiren temel yaklaşımlar, vazgeçilemeyecek tarihsel tezler bu ülke de mutlaka vardır.
Örnek olarak söyleyecek olursak,
Düşünce özgürlüğü,
İfade biçimi,
İnanç özgürlükleri,
Sendikal özgürlükler,
Hukuk Devletinin üstünlüğü ve geçerliliği,
Toplumumuzun tümüne ait maddi değerlerin, hiçbir objektif ve kabul edilebilir gerekçe bulunmaksızın toplumumuzun elinden alınmasına karşı mücadele geleneğinin adaletinin çağdaş, yansız ve insancıl olması gerekmektedir.
Öyleyse yepyeni bir model geliştirilerek, kalkınmak için bölgesel kaynaklarımızın geliştirilmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bunun için;
-
Yenilik temelinde bölgesel stratejilerin geliştirilmesi şarttır.
-
Üniversitelerimizin, yerel ekonominin aktörleriyle bir araya getirilmelerinin önü açılmalıdır.
-
Verimliliği artırma ve ölçek ekonomisi koşulları altında kümelenme yaklaşımının benimsenmesi sağlanmalıdır.
-
Kamu ve özel kesimin işbirliğinin kurulmasının önü açılmalıdır.
-
Bilgi, teknoloji ve yeniliklerin yayılması için destek sağlanmalıdır.
-
Beşeri ve sosyal sermayenin geliştirilmesi, yeniliğe dönük programların desteklenmesi yapılmalıdır.
-
Rekabet edilebilirliğin önündeki engellerin kaldırılması sağlanmalıdır.
-
İhtilaf ve anlaşmazlıkların çözümüne destek verilmesi yönünde çalışmalar yapılmalıdır.
-
Sosyal uyumun sağlanması olanağı desteklenmelidir.
-
İş kuluçkaları ve işletmeler arası ağlar ve sanayi odaklarının desteklenmesiyle girişimcilik ön plana çıkarılmalıdır.
-
Yeni yeni işletmeler kurulmasının teşvikleri sağlanmalıdır.
-
Ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesinin önüne açmak gerekir.
-
Araştırma, geliştirme, finans, muhasebe, ticari hizmetler, pazarlama, istihdam, dış ticaret gibi konularda hizmet ağı verilmesi ve güçlendirilmesi sağlanmalıdır.
-
Fiziksel çevre ile yaşam çevresinin korunması ve geliştirilmesine yönelik tedbirlerin alınmasına hızla geçilmelidir.
İşte ülkemiz siyasilerinden, iktidar ve muhalefetinden beklentilerimiz bu olması gerekir diye düşünüyorum.
Ama çıkarcı yandaş, kapitalist çevreler, bunu yapamazlar. Yaptırılmazlar. Çünkü kendi keselerine dokunur da ondan.
Esen Kalınız Efendim.