Günümüz Türkiye’sinde kırsal kesimde yaşayan insanlarımız hangi işaretleri veriyor ve hangi yeni özellikleri yansıtıyor?
Acaba ülkeyi yönetenler bunu biliyor mu?
Türkiye gibi geniş bir coğrafyaya sahip bizim ülkemizde, kırsal kesimlerde 40 bini aşkın köyümüz var.
Elbette bu 40 bin köyde yaşayanların hepsini de bir genelleme yapamayız.
İddialı da konuşamayız.
Bunun yanı sıra değişik yörelerden, farklı üretim alanlarından, farklı gelir düzeylerinden gözlemler yapacak olursak,
Bu yörelerin son 20 yıldır ne duruma getirildikleri durumunu bilebiliriz.
Böyle bir gözlem ve kıyaslama çerçevesinde, günümüz köylülüğünün iki özelliği dikkat çekmektedir.
Birincisi; hemen her yörede köylülerimizin kendi ekonomik durumlarından hoşnut olmayışı ve birey olarak köylülerimizin yahut köylerimizde yaşayanlarımızın, anlayışları, alışkanlıkları ve talepleriyle gelişmenin yeni bir aşamasına gelindiği görülmektedir.
İkincisi; Bugün Türk köylüsünün birey olarak eline geçen paranın da, köylünün ve çiftçinin milli gelirden almakta olduğu payın da küçülmekte olduğu görülmektedir.
Tabi ki istisnai durumlar hariç. Köylünün gelir açısından bir gerileme devrin de olduğu söz konusudur.
Bu gerileyişin bazı nedenleri ise;
Ortadan kaldırılması çok zor olan nedenlerdir.
Diğerleri ise iktidarların siyasal ve sınıfsal tercihlerinin sonucudur.
Kırsal kesimin olağanüstü hızdaki nüfus azalışı, üretimdeki ve gelirdeki gelişmenin çok fazla insan tarafından paylaşımını gerektirmektedir.
Dolayısıyla insanlar artırdıkları geliri daha çok sayıda hak sahibi arasında bölüştürmekte ve sonuçta birey olarak payları büyümemektedir.
İkinci neden ise;
Tarım ürünleri fiyatlarında bütün dünyada bir düşüş eğrisine girmiş olmasıdır.
Nihayet Türk siyasi iktidarlarının siyasal tercihleri de köylülüğün ve çiftçiliğin ekonomik konumunu sarsmış görülmektedir.
Bugün tarım kesimi dediğimiz üreticilerimizden gelen haberler hiçte iç açıcı değildir.
Bir yandan sebze ve meyve de olağanüstü bir durum var deniliyor.
Üreticimiz tarladan, bahçeden, seralardan fışkıran ürününü nasıl değerlendireceğini bilmiyor.
Bolluk içinde yokluk çektiriliyor.
Üretici ürettiği ürününe yok pahasına satmaya mecbur hale getiriliyor.
Buna rağmen, ne ürünü pazarlara ulaştırabilecek sistem geliştirilebiliyor, ne de yeterli alıcı bulunabiliyor.
Buğday ambarı dediğimiz Anadolu topraklarımızda artık buğday üretilemez hale getirildi.
Siyasilerimiz, bugün iktidarlarımız tarımda bolluktan, bereketten, ucuzluktan gözümüzün içine baka baka bahsederken,
Ziraat Odaları, ziraat dernekleri ise çiftçi ve köylü adına karamsar bir tablo çizmektedirler.
İşin ilginç yanı, herkesin doğruyu söylemekte olduğudur.
Peki, biz Türk çiftçisi olarak ne yapmalıyız?
Önce, kendi kendimize itirafa bile gönlümüzün elvermediği bazı gerçekleri olanca çıplaklığıyla ortaya koymak gerektiğini düşünüyorum.
İleri tarım teknolojisi, kaçınılmaz olarak ülkemizde kullanılıyor.
… ve giderek artan bir hızla da kullanılacaktır.
Bunun anlamı, tarım kesimindeki emek ve nüfus fazlalığının, aynı hızla büyümesi, geçmişte on kişinin ürettiğini şimdi beş kişinin üretebilmesi, ancak geçmişte on kazandıran bir toprak parçası günümüzde beş kazandırıyor olmasına bağlıdır.
Acaba şimdi beş kazanabiliyor muyuz?
Bu değişimin anlamı Türk tarımının, önümüzdeki on yılda milyonlarca çiftçimizi ve üreticimizi işsizleştirerek, kentlerimizin emek pazarlarına göndermesi olacaktır.
Bu gerçekler karşısında, tılsımlı formüller ve kesin çözümler üretmek söz konusu bile olmayacaktır.
Eğer siyaset olarak çok iyi ustalıklı davranırsak,
Çok iyi organize olursak ve gerçekten başarı sağlarsak durumumuzu düzeltme olgusunu başarabiliriz.
Esen kalınız efendim.