İyilik ve kötülüğün zıt kavramlar olmasına rağmen iki sininde aynı kişide rol alması, dengeleri nasıl etkilediği ve bizlere zaman zaman neden şirin gözüktüğü anlaşıl masada, hayatın bir parçası olduğunu kabul edip yol devam edebiliyoruz. Artık alışkanlıkların bizi yönettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Kısa bir öyküyle çözümlemeye çalışalım.
***
Tahta kapı çok eskiydi. Uzandı çatlağından içeri baktı.
- Daha gelmemiş dedi.
Kilitli kapıya omuzla yüklendi, kapı içe doğru eğildi. Elindeki yumurta büyüklüğünde taşı kapıyla pervazın arasına sıkıştırdı, omzunu çekti. Kapı artık gergide kalmıştı.
- Hadi gidelim, şimdi ebesinin şeyini görür. Dedi.
Yola koyulduk. Neden böyle yaptığını merak ediyordum. Hem de çok. Ha şimdi anlatacak ha biraz sonra diye-diye içim içimi yedi. Birden durdu bana döndü:
- Neden böyle yaptığımı merak ediyorsun değil mi? senin aklın ermez... ben yinede anlatayım. Şimdi o kapısına gittiğimiz adam var ya gelip anahtarı kapı deliğine sokup çevirmeye çalışacak; kapı gergide olduğu için, kilidin dili yuvasında sıkışmış olacak, oda zorlayınca anahtar kırılıp içinde kalacak. Nasıl ama; şeytanın bile aklına gelmez değil mi?
- Vallahi gelmez... dedim.
***
Çok iyi bir şey yapmış gibi onayladım, çok zekice olduğunu söyledim. O zamanlar on yaşındayım. İçimden de çok kötü bir adam diye düşündüm. Nasıl bir hainlik böyle, aklım almıyor. Ara sıra çaktırmadan yüzüne bakıyorum, inceliyordum; bir fark var mı? diye, ama yok, normal bir insan işte; neden böyle yaptı ki? Yan yana yürüyüp yolumuza devam ettik. Arabayı oldukça uzağa park etmişti. Pazar yerinin içinden geçerken bir çok insanla selamlaştı. Kimi selam verdi, kimi selam aldı. İçimden; çok önemli bir şahsiyet herhalde, baksana herkes onu çok seviyor diye düşündüm. En son biriyle selamlaşması fikrimi değiştirdi.
- Ve aleyküm selam cambaz Sami hani iplerin nerde? Deyince Sami abiden cevap gecikmedi:
- İpleri babana ödünç vermiştim almaya gidiyorum.
***
Zoraki gülüşmelerle şaka geçiştirildi. Yarım saat sonra mezarlıktan içeri girdik. Bir iki tur attıktan sonra tamir edeceğimiz mezarın başına geldik.
- İşte burası, baya eskimiş değil mi? burayı tamir edeceğiz.
- Bu kimin mezarı Sami abi. Dedim;
- Bilmiyorum; erenlerden sevdiğim bir hacı amcamın ricası; bende kıramadım, anlayacağın para filan almayacağım, sevabına. Burada yatan zat değerli biriymiş.
Kafam yine karıştı. Arabadan takımları indirdik, çapayı tutuşturdu elime:
- Mezarın içinde, dışında ne kadar ot varsa hepsini bu çapayla temizle bakayım.
Annemle konuşurlarken duymuştum: "Senin oğlan bu pazar bana yardıma gelsin, harçlığını veririm" demişti. Aklıma gelince sevindim. Acaba kaç para verecek ti? Kimi köşeleri çapa girmediği için elimle temizliyordum. Yeni bir kalabalık girdi mezarlığa Sami abiye döndüm.
***
- Bak Sami abi yeni bir ölü daha getirdiler. Doğruldu baktı.
- Allah rahmet eylesin. Eeee napcen...! vadesi gelmiş demek ki. Bak bize de öğlen yemeği çıktı; şimdi birazdan gider ekmek arası helvamızı alır geliriz.
Bu vesileyle, cenazelerde ekmek arası helva dağıttıklarını öğrendim. Harıl-harıl çalışıyorduk. Az ötede hocanın duasını duyup bizde ellerimizi kaldırıp âmin dedik. Sami usta ne yapıyorsa bende aynısın yapıyordum. Dua bitince:
- Hadi yürü bizde gidelim cemaate karışalım.
Peşinden gittim; sıra sır dizili kişilerle el sıkıştık.
- Başınız sağ olsun, Allah gani-gani rahmet eylesin.
- Amin
Sıranın sonunda ekmek arası helvamızı aldık. Sami usta öteki elemanlara diye iki tane daha ekmek arası helva aldı. İkisini orda yedik gerisini işimizin başına getirdik. Kafamda o kadar soru birikmişti ki? önce hangisinden başlayacağımı bilemiyordum. Düşünürken de, işi ihmal etmemeye çalışıyordum. Ama bazen düşüncelere kapılıp durduğum oluyordu. Bu defa Sami abi beni dürtüyor:
- Hayırdır, yine uçtun bakıyorum bak işine, çapala.
***
Ben yine çalışmaya başlıyordum. Vakit ikindiyi geçmişti, işimizi bitirdik, takımları topladık, artan çimentoları arabaya koyarken elimden kayıp yere saçıldı; üstüm başım toza belendi. Sami usta çok-çok güldü. Kovadan kendi eliyle su döktü, yüzümü gözümü yıkadım. Yola koyulduk. Eve geldiğimizde cebime bir kaç kuruş bozuk para sıkıştırdı. Anneme de kâğıt paralar verdi. Sonra düşündüm; insanlar ne garip şeydi böyle. İyilikle kötülüğü aynı anda düşünüp uygulayabiliyorlardı. Ekmek arası helva geldi aklıma, güldüm; hem de kahkaha attım. "Bir an, ekmek arasına iyilikle kötülüğü doldurup yediğimizi farz ettim"