Elini gözlerine siper etti, başını göğe kaldırdı, boncuk mavisi gözleriyle güneşe baktı. Hey gidi pamuk nene hey. Yetmiş yaşın üzerinde çapa elinde hala toprağı eşelemekte.
***
Spil dağı: büyüleyici heybeti, yem yeşil örtüsüyle sırt üstü uzanmış, sanki Manisa ovasında çalışan tarım işçilerini seyrediyordu. Yamaçlarda Yılkı atları, eşelenen börtü böcekler, ağaçlarda kuşlar, kovanlarda arılar ve öten keklikler; bir ahenk içindeydiler.
***
Büyük İskender, ordusuyla Spil’in dehlizlerinde dolaştığı günlerden kalma bir gündü sanki. İskender’in Kırk katır yükü hazineyi Spil’de sakladığı efsanesi hala dillerde pelesenkti. Buna benzer hikayelerin en iyisini Arvasi’li dede bilir ve anlatırdı. O zamanlar çocuktuk biz, onun hikayeleriyle büyüdük. Nerede yuvarlak ve parlak bir taş görsek içinde hazine var sanıp kırmaya çalışırdık.
***
Bünyamin koşarak anasının yanına geldi.
Ana be ekmeğin üzerine sürülen yağ gibi şey vardı ya, hani Fatma teyze sepetinde çıkarıp ekmeğime sürmüştü ya, işte ondan.
Son cümleyi söylerken etrafına bakındı; sakın bir duyan olmasın diye sesini alçalttı.
Anası:
- Heee ne olmuş ona.
- İşte ondan bizde alalım mı?
- Alalım oğlum.
- Ne zaman alırız ana?
- Canın çok mu çekti? oğlum.
- Yoook…! Birden aklıma geldi de.
- Akşama gidince hemen alacam oğluma ben.
- Tamam ana akşam yemeğinde onu yeriz.
Çocuk koşarak gitti, çapa yapan kadınların arasından, demincek oynaştığı kaplumbağanın yanına vardı. Kaçmasın diye sırt üstü çevirmişti. Kaplumbağa yerinde yoktu çoktan gitmişti. Azıcık sağa sola bakındı bulamadı, döndü tekrar annesinin yanına.
***
Hava sıcaktı Yaşar Kemal’in sarı sıcağındaki gibi, cırcır böcekleri ortalığı inim-inim inletiyordu. Bir de koca koca sinekler vardı, yemyeşil. Konduğu yeri yakıyordu. Biri Bünyamin’in burnuna kondu, çocuk ciyak-ciyak bağırdı. Anası yetişti. Çocuğun sağına bakındı soluna bakındı, üfledi, okşadı, öptü bir şey göremedi.
***
Dayı başı düdüğünü uzun-uzun çaldı. Mola zamanı. Saat 3.30 15 dakika istirahat başladı.
***
Bir de pamuk nene vardı, tarlanın en yaşlısı hala dinç ve çapaya geliyordu. Bünyamin’le eğleşmeyi çok severdi. Molada buluştular. Anası, pamuk nene, Bünyamin bir arada otururlardı. Üçü de kıçlarının altına gelen Kesekleri öteye beriye savurup yerleştiler. Pamuk nene:
- Söyle bakim Bünyamin, bostan tarlasına gittin mi?
- Gidemedim pamuk nene yolda kocaman bir kaplumbağa gördüm onla oynarken unuttum.
Sucu su dağıtıyordu, Bünyamin ince sesiyle:
– İbrahim abi bize de su getir.
Duyuramadı sesini bu defa daha yüksek sesle bağırdı
- Sucuuuuu
İbrahim sese doğru döndü:
- Tamam Bünyamin duydum.
Bünyamin pamuk neneye döndü:
- Pamuk nene biri bir şey yerse, başkasının canını çektirirse günah olur mu?
- Olur tabi Bünyamin hem de çok günah olur. Hele başkalarının yiyemediği şeyleri onların yanlarında yemek çok günah. Ne demişler atalarımız; “biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar”.
Bünyamin biraz düşündü. Aklına geleni pamuk neneye soracaktı ki. Nene sordu:
- Neden sordun Bünyamin.
- Hiiiiç televizyonlarda görünce; hani ekmeğin üzerine sürüp yiyorlar ya çikolata, ekmeğe salça sürer gibi, onların günahtan haberleri yok mu? Onlara da acıyorum, kim bilir ne kadar çok günahları olmuştur.
Sucu başlarında dikiliverdi Bünyamin:
- İlk bana ver İbrahim abi.
Annesi sepetten salça kavanozunu, ekmeği çıkardı bir dilim sürdü.