Öncelikle travma tanımı ile başlamak istiyorum. Travma, rutin yaşam olaylarının ötesinde maruz kalan kişide tolere edemeyeceği ölçüde etki meydana getiren yaşam olaylarıdır. Çocukluk çağı gelişim çağı olduğu için bu dönemde yaşanan olayların etkileri kalıcı olmaktadır. Örnek verecek olursak oluşmuş bir betona balyozla vurulduğunda balyozun betonda meydana getireceği etki daha lokal bir etkidir çünkü beton oluşmuş ve şekillenmiştir fakat henüz daha sertleşmemiş oluşumunu tamamlamamış bir betona balyozla vurulduğunda onun meydana getireceği etki çok daha derin olacaktır daha da öte bu etki kalıcı olacaktır.
***
Dolayısıyla çocukların yaşamış oldukları travmalar yetişkinlerin yaşamış olduğu travmatik olayların etkilerine kıyasen daha sarsıcı olacaktır. Çocukluk travması yaşayıp yaşamadığını anlaması bazen güç olabiliyor. Biz ruh sağlığı çalışanları yaşam öyküsünü aldığımızda danışanımız bazen yaşadığı olayları hatırlayamıyor veyahut erken çocukluk dönemine ait olabiliyor bazen de bir savunma mekanizması olarak bastırma devreye giriyor ve beynimiz o yaşantının üzerine örtü çekmiş olabiliyor.
***
Tüm bunlara rağmen etkiler üzerinden kişinin geçmişinde bu tür travmaların olup olmadığını ve varsa da ne tür travmaların olduğunu tespit edebiliyoruz. Bu yaşantıların etkileri neler diyecek olursanız çocuklukta cinsel travma yaşamış olan insanlarda kişilik bozukluğu geliştirme olasılığı diğer çocuklara kıyasen anlamlı derecede yüksektir. Kişilik bozukluğu gözlemliyorsak, tanı alacak seviyede veya bir eğilim boyutunda da olsa biz orda cinsel travmadan şüphelenebiliyoruz. Bir diğer örnek olarak OKB hastalarında özellikle temizlik obsesyonu olan danışanlarımızda da çocukluk dönemine ait cinsel istismar şüphesi duyabiliyoruz. Şiddet eğilimi olan, sosyopati, psikopati ya da sınırda kişilik dediğimiz kişilik yapılanmalarında fiziksel travmalar özellikle de fiziksel şiddete maruz kalmaya bağlı olarak oluşmuş travmatik etkilerin varlığını düşünüyoruz. Narsist kişilik bozukluğu ya da bağımlı kişilik bozukluğunda ise duygusal travma ve istismarların izini ararız.
***
Kaygı bozukluğunun, anksiyetenin oluşumunda anneden ayrılma travması önemli bir rol oynamaktadır. Annesi tarafından bırakılmış, terkedilmiş ya da herhangi bir şekilde annesinden bir süre uzak kalmış hatta annesini kaybetmiş çocuklarda ilerleyen süreçlerde kaygı bozukluğu oluşumlarını gözlemlemekteyiz. Duygusal açıdan istismara uğramış, ihmal edilmiş, kendisine dokunulmamış, iletişim kurulmamış, sevgi gösterilmemiş çocuklarda ki bunlarda birer duygusal travmadır ilerleyen süreçlerde öz benlik algılarının bozulması (kendilik algılarının bozulması) ve öz değerlerinin ciddi anlamda bozulmasına bağlı olarak depresyon gelişme ihtimali çok yüksektir.
***
Peki bu çocukluk travmaları terapi ile geçer mi? Evet, çocukluğumuzda yaşadığımız o travmaların esiri olmak zorunda değiliz. Hani derler ya sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Esasında üfleme bizim zorlantılı ve istemeden yaptığımız bir eylemdir. Bu bizim hayatta kalma mekanizmamızın bir dayatmasıdır. Bu şekilde davranmak bizi gereksiz enerji kaybına ve külfete sokar. En önemli nokta şu ki tüm bunlar bireyi bağlamdan kopartarak şimdi ve burada yaşamaktan alıkoyar. Yani yoğurdu üfleyerek yiyoruz ama şimdi ve buraya gelip bir baksana bu yoğurt soğuk sen hala ağzını yakan sütte kalmış o bağlamda tıkanıp kalmışsın. Ayağın takılmış düşmüşsün ama yürümeye devam ederken küçük adımlarla sürekli bastığın yerleri kontrol ederek gitmişsin. Zamana yetişememiş, hayatın akışının gerisinde kalmışsın. İşte biz terapilerle bireyi şimdi ve buradaya getirmeye yönelik çalışmalar yapıyoruz. Tüm okurlarıma sağlıklı günler diliyorum.