Türkiye’de güçler ayrılığı prensibinin bir türlü yerleşemediğini kabul etmemiz gerekiyor. Dünya genelinde, yasama, yürütme ve yargı olarak bilinen bu üç temel güç, demokratik ülkelerde bir de basının “dördüncü güç” olarak kabul edilmesiyle daha güçlü hale gelir.
***
Ne yazık ki Türkiye, uzun yıllar boyunca parlamenter sistem içinde bu kuvvetler ayrılığını tam anlamıyla sağlayamadı. Hep bir kuvvetler birliği söz konusuydu. Başkanlık sistemine geçildiğinde, kuvvetler ayrılığı sağlanacak dendi, ancak getirilen sistemin, bildiğimiz Amerikan başkanlık sistemiyle bir ilgisi olmadığı kısa sürede ortaya çıktı.
***
ABD’deki başkanlık sistemi 1776’daki Özgürlük Mücadelesi ve 1784’te çıkarılan anayasa ile şekillenmiştir. Sadece yedi maddeden oluşan ABD anayasasının ilk üç maddesi doğrudan kuvvetler ayrılığı ile ilgilidir. Bu kadar net bir örnek önümüzde dururken, Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin gerçek anlamda bir başkanlık sistemi olduğu söylenemez. Çünkü burada Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bir siyasi partinin genel başkanı olarak görev yapıyor. Bu durumda, yasama organının seçimlerinde genel başkanın söz sahibi olması, demokrasi açısından oldukça sakıncalı bir durum yaratıyor.
***
Öncelikle, anayasal değişikliklerden önce siyasi partiler ve seçim yasalarının düzenlenmesi şart. Örneğin, genel başkanlara %5 ya da en fazla %7 oranında bir kontenjan tanınmalı. Ayrıca, Cumhurbaşkanının aynı zamanda bir siyasi parti başkanı olmaması gerekiyor. Bu düzenlemeler yapıldığında, Türkiye’de güçler ayrılığı prensibine daha yakın bir yönetim şekline kavuşmamız mümkün olabilir.