Çevre sorunlarına tüm dünyada ortak bir çözüm arayışı için 5 Haziran 1972 yılında Stockholm’de İnsan Çevresi Konferansı düzenlendi. Bu tarihten itibaren 5 Haziran günü çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
Her yıl bir ülkenin ev sahipliğini üstlendiği kutlamalar bu yıl İsveç'e yapıldı. İlk çevre Konferansının yapılışının 50. yılında aynı yerde resmi ev sahipliği yapılması anlamlı. Bir bakıma geçmiş 50 yılın muhasebesi yapılıyor. Her yıl bir tema ile çevre konusuna dikkat çekiliyor. Bu yılın teması “Tek Bir Dünya” olarak belirlendi. Dünyada artan çevre problemlerinin küresel iş birliği ile çözülebileceğini ve birlikte çözüm arayışının önemini vurgulamak için “Tek Bir Dünya” vurgusu ön plana çıkarılmıştır.
Çevre hakkı, uluslararası alanda ilk kez, BM Çevre Konferansı’nın ardından yayımlanan Stockholm Bildirgesi ile tanındı. İlk çevre Konferansından 20 yıl sonra 1992 de gerçekleştirilen Rio Zirvesi'nde, uluslararası çevre hukuku ve çevre adaleti konularında önemli kararlar alındı. Bu tarihten sonra çevre sorunları hukuksal alanda tartışıldı. Çevre hakkının insan hakkı olduğu ve bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği görüşü ön plana çıktı. Günümüzde çevre adaleti ve çevre hakkı kavramları sadece insan hakkı olarak değil doğa ve ekosistem adaleti olarak genişlemiştir. Bu gelişmeye dayanarak bazı hukukçular son yüzyılı çevresel güvenlik çağı olarak tarif ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında çevreyi, doğayı ve ekosistemi koruyan direk ve dolaylı maddeler yer almaktadır. 1982 Anayasasında yer alan 56. maddede: "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." ifadesi yer almaktadır. İlk defa çevre hakkı "sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir" ifadesi ile 1982 Anayasasında yer alıyor. Aynı zamanda, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek ödevnin Devlete ve vatandaşlara ait olduğu belirtiliyor.
Çevre kirlenmesini önlemek, Devletin doğrudan ve öncelikli yükümlülüğüdür.
Günümüzde çevreyi sağlıklı olarak koruyabilmek için hukuksal olarak üçlü yükümlülük dediğimiz, saygı göstermek, korumak ve geliştirmek ilkelerinin yerine getirilmesi gerekiyor.
Günlük faaliyetlerde, sanayi üretiminde çevreye duyarlı üretim yapmak için çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olarak adlandırdığımız planlamayı yapmamız gerekiyor. Bu, üretimden önce alınması gereken tedbirleri içeren bir proje. Günümüzde çevre sorunlarına baktığımızda ÇED raporları ile ilişkili olduğunu görüyoruz. Devletin çevreyi korumak için aldığı tedbirlerin başında ÇED raporlarının uygulanması geliyor. Halbuki bazi faaliyetlerde işletmelerin "ÇED gerekli değildir" izni ile çalışmaya başladıklarında şahit oluyoruz. Sonradan bu izinler hukuksal olarak vatandaşlarla işletmeler arasında problem yaşanmasına sebep oldu. Devletin çevreyi koruma görevi yine kamu uygulamaları tarafından çevre ile ilgili hukuksal ihtilaflar haline geliyor. Bölgemizde Jeotermal enerji santrallerinde (JES), atık bertaraf tesislerinde ve biyogaz tesislerinde ÇED ile ilgili problemler yaşandı. Bu itilafların bazıları devam ediyor.
Çevre itilaflarının en aza indirilmesi için "ÇED gerekli değildir" izinlerinin daha dikkatli planlanması gerekiyor. Diğer taraftan ÇED uygulamalarının kontrolünde kamu idareleri yetersiz kalıyor. Diğer kamu kontrollerinde olduğu gibi ÇED Uygulamalarının denetiminde özel sektöre yetki verilmesi yerinde olacaktır.