Nedir bu kurumsallaşmak? Herkesin dilinde ama anlaşılması zor bir kelime. Nasıl olunur veya nasıl kurumsallaşılır. En büyük sorun zaten burada. Aslında son derece basit ama kişilere kabul ettirilemeyecek bir konu. Daha doğrusu bencillikten kopma ve paylaşımcılığa geçme de denilebilir. Yani “her şey benim değil bizim olsun” demek gerekiyor. Bazen herkes kurumsal olmak gerektiğini söylüyor ama olamıyor veya buna cesaret edemiyor. Bu iş bir cesaret ve olgu meselesi hakkında. Aslında altında yatan en büyük olgu güvenmek. Bu bizim toplumumuzda tesis olmadığı için kurumsallaşma sıkıntısı çekiyoruz. Bu var mıydı? Evet, eskilerde vardı ama ülkemizde bencillik tesis edildiği ve paradan başka şey düşünülmediği ve hatta tüketimin güzelliklerinden faydalanıldığı için ne yazık ki olmadı, olamadı. Çünkü herkes “ben” dedi, başka şey söylemedi, düşünmedi. Şimdi bu sorunun şafağında yüzüyoruz.
Peki, nedir bu kurumsal olmak. İşleriniz gayet güzel büyüyor. Talepler arzı karşılayamıyor. Her şey çok güzel. Siparişler geliyor ve siz üretimi arttırmak için durmadan yatırım yapıyorsunuz. Aklınızdan bile geçmeyecek şekilde büyüyorsunuz. Bir tesis yetmiyor ikincisini ve hatta üçüncüsünü kuruyorsunuz. Sizden akıllısı yok. Daha fazla sipariş alıyor ve yetiştirmek için kendinizi paralıyorsunuz. Para akışı çok. Parada sorun yok. Bir fabrika daha. Bir tane daha. Yok yetmez bir tane daha. Sürekli büyüme içindesiniz. Peki, kafanızı kaldırıp ben nereye gidiyorum diye düşünüyor musunuz. Ben bu psikoloji içinde hiç düşünmüyorsunuz. İşlerin geriye gelmesini ve ayağınızın altındaki toprağın kaymasını falan düşünmüyorsunuz. Testiyi doldururken, o testinin size bir gün lazım olacağını ve sizi sıkıntılardan kurtaracağını hiç mi hiç düşünmüyorsunuz. Her zaman işler güllük gülistanlık olmaz.
Peki, ne yapmak gerekiyor? Paylaşmak. Bunu bu gün ayakta olan ve hiçbir krizden etkilenmeyen holding ve şirket grupları yaptı. Şöyle ki her yaptığı işin başına güvenebileceği kişileri geçirdi ama onları işlerine ortak yaptı. Yani taşın altına o kişilerin ellerini soktu. Hatta onları oransal olarak büyük ortak yaptı. Kısacası yaptığı işi işin başındakilerle paylaştı. Kendi zenginse onlarında zengin olmasını istedi, savaş ve sıkıntı gördüler de ondan. “Karların tamamı bana, üç kuruş maaş sana” demedi. Benim ceddim bunu yaptı. Neden mi? “Ben zenginsen onlar da olsun” dedi. Dedemler Mehmet Pınar ve oğlu Kemal Pınar ile övünürüm. Bu günkü insanların göremediklerini onlar yıllar evvel görmüşlerdi. İşgal altındaki zamanları biliyorlar ve bu ülkenin çektiği sıkıntıları biliyorlardı.
Şimdi neden onlar gibi düşünmüyoruz sorarım. Bu adamların bizden farkı neydi? Bakıyorum ki zengin ortama bir fayda katmadan daha da zengin olmaya çalışıyor, ama fakir daha da fakir kalıyor. “Yahu bu toplum daha kötü olursa, neler olur” diye soran yok. Peki, sonra neler oluyor? Hırsızlık başlıyor. İnsanlarda geçim derdi var. “Aç köpek fırın yıkar” lafı unutuldu. Oldu ki çok zenginsin ve birçok yere yatırım yapıyorsun. Yahu bu kadar yatırımı tek başına idare etmek zor, Birileri ile paylaşayım fikri bitti mi ki? Bence bu olaydan sıyrılmamız gerekiyor. Paylaşmak ve toplumun gelir seviyesini arttırmak ve harcamaları arttırmak devlet kadar iş adamlarının da görevidir. Paylaşılan emek kutsaldır.
Saygılarımla...