Değerli dostlar, birkaç haftadır okuma ve anlama üzerine yazıyorum. Yazdıkça ilerleyen, kurcaladıkça derinleşen, üzerinde durdukça uzayan bir konunun içindeyiz. Evet, bu konuları irdelemek, herkese anlatmak ve duyurmak gerekiyor. Geçen haftaki yazımızda “anlama kapasitemiz”i ele almıştım. Evet, anlama kapasitemizin çok iyi olmadığı, resmi kurumların paylaşımlarından da belli. Milli Eğitim Bakanlığının verilerinden, öğrencilerin yüzde 66’sının okuduğunu anlamadığı anlaşılıyor.
***
Bu konunun bir başka boyutu da “akıl yaşı” ile ilgili. Bundan 15 yıl önce Türk Ocakları Manisa Şubesinin düzenlediği bir etkinlikte konuşmacı olarak yer almıştım. Bu etkinlikte “Türkiye’de Eğitimin Sorunları ve Çözüm Önerileri” konulu bir sunum yaptım. Bu sunumun içeriğinde yukarıda sözünü ettiğim “akıl yaşı” kavramı da vardı. Dolayısıyla ele aldığımız konuların bir parçası olarak bu kavramı, “akıl yaşı” kavramını bugün için yeniden ele almakta yarar var.
UYGULANACAK POLİTİKALAR YETERSİZ KALIR
15 yıl önceki (14 Mart 2008) etkinlikte şu bilgileri vermişim. “Gelecek kuşakların ülke insanıyla bütünleşmiş, bilgili, bilgiye açık, dinamik, çalışkan, özverili, disiplinli, millî ve manevî değerlerine sahip çıkan, geleceğe güvenle bakan insanlar olarak yetiştirilmesi, eğitimin en öncelikli özelliklerindendir. 21. yüzyılın insanını yetiştirecek olan eğitim anlayışı, bu yüzyıla uygun eğitim yöntemlerini dikkate almazsa uygulanacak politikalar yetersiz kalır. Uygulanan eğitim sisteminin ürünleri olan genç kuşaklar, önümüzdeki dönemde devlet adamı, ticaret erbabı, memur, işçi, siyasetçi, bilim insanı olarak o ülkenin geleceğini oluşturacaklardır.
***
İyi yetiştirilmiş bu insanlar ülkesini ve yurttaşını uluslar arası ortamda, bilimde, teknolojide, kültürde ve sanatta edindikleri bilgi ve eğitimle temsil yeteneğine sahip olacaklardır. Ülkenin gelişmişliği, o ülke insanının bilgi düzeyleri ile oluşturduğu çalışmaların etkililiği, bilimde ve teknolojideki başarıları, buna bağlı olarak sanayideki üretim becerileri ve bunların uluslar arası pazarlardaki üstünlüğü ile yakından ilgilidir. Dünyadaki her ülkenin belli bir eğitim düzeyi yani ‘Ortak Akıl’ denen düşünme, algılama, anlama ve uygulamaya geçme anlayışı vardır. Buna ‘Ortalama Eğitim Düzeyi’ de deniliyor.
***
‘Ortak Akıl’ denen ‘Ortalama Eğitim Düzeyi’ nasıl belirleniyor? O ülkede yaşayan okul çağı ve üstündeki (6 yaş ve üstü) nüfusu oluşturan insanların genel eğitim durumunun ortalamasını yani ‘ortalama eğitim düzeyi’ni ifade eden bir değerlendirmedir. Genel eğitim durumu ise okul bitiren nüfusun daha sonraki dönemlerde kendilerini eğitici, geliştirici, yenileyici ve bilgi yenileyici eğitim etkinlikleri süresinin yıl ortalaması olarak hesaplanmasıdır. Okul çağı ve üstündeki (6 yaş ve üstü) ülke nüfusunun genel eğitim durumu ortalaması, yani ‘Ortalama Eğitim Düzeyi’ Türkiye’de 4’tür. Yani 4 yıl demektir. Gelişmiş ülkelerde ise ‘Ortalama Eğitim Düzeyi’ 11’in üzerindedir. Yani bu da 11 yıl anlamına geliyor. Şimdi bu açıklamalar, örneklemeler ne demek istiyor?
TÜRKİYE’NİN ‘ORTAK AKIL’ YAŞI 11
Bir ülkede okul çağı çocuklarının 6-7 yaşlarında okula başladığı kabul edilirse bu 6-7 yaşın üzerine elde edilen ‘Ortalama Eğitim Düzeyi’ yılı ekleniyor ve elde edilen toplam yıl sayısı, o ülkenin eğitim düzeyini, başka bir deyişle ‘Ortak Akıl’ yaşını ortaya koyuyor. Bu açıklamalar ve rakamlar ışığında Türkiye’nin ‘Ortalama Eğitim Düzeyi’, başka bir söyleyişle ‘Ortak Akıl’ yaşının 11 olduğu ortaya çıkıyor. Bu hesaplama, ülkemiz insanlarının 10-11 yaşındaki bir kişinin anlama, algılama, düşünme, davranma ve uygulamaya geçme anlayışını göstermektedir. Gelişmiş ülkelerin ‘Ortalama Eğitim Düzeyi’ başka bir deyişle ‘Ortak Akıl’ yaşı ise 18’dir. Gelişmiş ülkelerde okula başlama yaşı, 6-7; “Ortalama Eğitim Düzeyi” de 11. Bu iki değerin toplamıyla gelişmiş ülkelerde “Ortak Akıl” yaşı en az 17-18 olduğu ortaya çıkıyor.
***
Bu hesaplamadan çıkan sonuç, gelişmiş ülke insanlarının ise her türlü olay, durum ve tepki verme biçimi, 17-18 yaşındaki bir kişinin anlama, algılama, düşünme, davranma ve uygulamaya geçme anlayışını göstermektedir. Şimdi tüm bunlardan sonra şu yorumu yapmak gerekiyor. 10-11 yaşındaki bir kişi, iş yapmada, üretimde, çalışmada, düşünmede, hak aramada, eğitimde, doğruyu – eğriyi sorgulamada ne kadar yeterli ise o ülkenin kamuoyunun toplumsal duyarlılığı da o ölçüde demektir. Eğitim göstergeleri, akıl yaşı, algılama ve davranış biçimleri böylesine düşük olan bir ülkede birçok alanda toplumsal duyarlılığın doyurucu ve istendik düzeyde olmasını beklemek mümkün olamaz.” Evet değerli dostlar, 15 yıl önce bunları söylemişim; bugün için değişen bir şey var mı? Onu da bir sonraki yazımızda söyleyelim.
Sözün Özü
Aklın saf dışı edildiği yerde, kurnazlığın ürünleri yenir; ama meyvesi zehirleyici de olabilir. Hulusi Bey