ANLAMA KAPASİTEMİZ
Değerli dostlar, PISA sonuçlarının açıklanması üzerine birkaç haftadır okuma, anlama temalı yazılar yazıyorum. Bu haftaki yazımızda okuma alışkanlığımızı ve anlama kapasitemizi ele alacağız. İsterseniz önce bir veri paylaşayım. Milli Eğitim Bakanlığının yayımladığı verilere göre öğrencilerin yüzde 66’sı okuduğu metni anlamıyormuş. Şaşırdık mı, hayır! Bir başka veri paylaşımı da şöyle. Fen ve matematikte yüz binlerce öğrenci sıfır puan almış. Sonuç, anormal mi, hayır! Çünkü okuduğunu anlamayan birinin fen bilimleri sorularını, matematik sorularını anlaması mümkün mü?
***
Uzmanlar, “Okuma, temel olarak belli bir metin dizgesini betimlemeyi amaçlar.” diyor. Yani, sözcük dağarcığınız ve bunlara yüklediğiniz anlam, onu anlaşılır ve değerli kılar. Peki okullarımızda ne yapılıyor? Daha ilkokul ikinci sınıftan itibaren çoktan seçmeli, doldurmalı, doğru-yanlış ya da eşleştirmeli sınavlar yapılıyor. Böyle bir sınavla amaca ulaşmak mümkün mü?
***
Yine konunun uzmanı Salim KÜÇÜK, bu konu hakkında şöyle diyor. “Okuma ve anlama becerilerindeki eksiklikler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sorunların temelinde çoğu zaman ilköğretim sıralarından eksik ve yetersiz biçimde alınan eğitime bağlı olarak temeli iyi atılmamış dil becerileriyle bir üst öğrenim kurumuna gelme görülmekle birlikte; asıl sorun, belirlenen hedeflerin uygulamaya geçirilememesi ve bireyde istenilen davranış değişikliklerinin gerçekleştirilemeyişinden kaynaklanmaktadır. Nitekim uygulamadan kaynaklı aksaklıklar yüksek öğretime kadar taşınmaktadır.” Evet, konunun uzmanının belirlemesi böyle olunca sonucun kaçınılmaz olduğu ortaya çıkıyor.
OKUDUĞUNU ANLAMADA SORUN YAŞIYORLAR
Okuma ve okuduğunu anlama, bilişsel ve anlamsal bir etkinlik olarak tanımlanıyor. Buna göre okumanın ve okuduğunu anlamanın sosyo-kültürel ve ekonomik yaşamdan doğrudan etkilendiği de ortaya konuluyor. Sözcükler ve söz öbekleri, belirli bir anlam bütünlüğü içinde bir araya gelerek yeni anlamlar, olgular ve durumlar ortaya koyar. İşte bu anlam birliğini ve ilişkisini doğru kuramayanlar ve anlayamayanlar, okuduğunu anlamada sorun yaşıyorlar. Böylece okuduğunu anlamayan; ama diploma sahibi olan yüzde 66’lık oranlar; yüz binler, milyonlar ortaya çıkıyor.
HER GEÇEN SÜREDE DAHA DA AZALIYOR
Bugün sosyal alanda, çevrede, eş-dost ortamında günlük konuşmalarımızda kullandığımız sözcük sayısı ne kadardır? Son yıllarda bu sayı, 70-80 sözcük. Bundan 20-25 yıl önce 100-150 sözcük idi. Bu sayı, her geçen sürede daha da azalıyor. Bir başka oran da şöyle. Bundan 30-40 yıl önce bir lise mezunu genç, söz dağarcığında ortalama 800-900 sözcük tutar; günlük konuşmalarında da bunun 300-400’ünü kullanırdı. Yine o dönemde üniversite mezunu bir kişi, söz dağarcığındaki ortalama 1500-2000 sözcüğün anlamını bilir; bunun 700-800’ünü günlük konuşmalarında rahatlıkla kullanırdı. Şimdi şöyle bir bakıyoruz, ancak “nereden nereye” diyebiliyoruz.
***
Okuma ve okuduğunu anlama, sözcükleri kavrama ve seslendirme değil; o sözcükleri ve söz öbeklerini anlamlandırma, ilişkilendirme, bağlama ve yorumlama işidir. Bunun için de zihinsel, bilişsel, kültürel, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik donanıma, birikime gereksinim vardır. İnsanımızın, özellikle de gençlerimizin zihinsel ve bilişsel gelişimi ve zenginliği sağlanamadığı sürece her geçen gün durum daha kötüye gidecektir. Bugün okuduğunu anlamayan yüzde 66’lık oran, önümüzdeki yıllarda daha da yükselerek yüzde 70’lerin üzerine çıkabilir. Gelecek hafta okuma alışkanlıkları ve okuma oranları hakkında yazalım.
Sözün Özü:
İnsan, anlamadığı şeye sahip olamaz. Kitap Yüzü