Değerli dostlar, geçtiğimiz hafta sonu üniversitelere yerleştirme sınavı yapıldı. Sınav sonrasında sosyal medyada paylaşılanlar, ortaya çıkanlar ve yaşananlar gerçekten çok ilginç ve düşündürücü. Tüm bu olup bitenlerin üzerinde düşünülmesi ve sorgulanması gerekiyor. Bu olup bitenler, geleceğimiz için çok önemli sorun olarak görülmeli.
Bakınız, İstanbul’da bir öğrenci oldukça erken saatte sınava gireceği okula gelmiş. ÖSYM’nin belirlediği bir kural var; şu saatten sonra içeri giriş yasaktır, diye. Evet, sınavın başlama saati gelmiş, bu öğrenci hâlâ içeriye girmemiş. Neymiş, “10.15'e kadar hakkı varmış!”.
Yine benzer olaylar, benzer sonlar. Yıllardır benzer sorunlar ve olaylar yaşanır; ama hâlâ geç kalanlar olur; ama yine de ders alınmaz. Burada bir sorun yok mu? Elbette var.
İşte bu haftaki yazımızda bu sorunu irdeleyeceğiz.
Bu sınavlara gelmeden önce öğrencilerin okuldaki tutum ve davranışlarına bakmakta yarar var.
Okulda zil çalmış, ders başlamış; ama bizim o rahat öğrencilerimiz, hâlâ sallana sallana gelmekte, hiç acele etmemekte. Öğrenmen veya okul yöneticisi öğrenciye acele etmesini, çabuk olmasını söylüyor, uyarıyor; ama o öğrenci, “Tamam hocam, geliyoruz ya! Daha iki dakika var!” diyebiliyor. Yani geç kalmak, en doğal hak!
Okullarda ilk ders için “geç kalma” yönetmelikle belirlenmiş. Bu ilk derse geç kalma süresi öğretmenler kurulunda belirlenir. Genellikle en az 5, en çok da 10 dakika ile sınırlıdır. İşte bu 5-10 dakikalık geç kalma uygulaması, öğrencilere sürekli verilmiş bir hak gibi algılanıyor. Bunu alışkanlık haline getiren öğrenci için yapacak bir şey kalmıyor. Sonra da böyle önemli sınavlarda, olaylarda, hayatın en önemli anlarında geç kalınıyor. Sonra da deniliyor ki “1 dakika geç kaldı, sınava alınmadı!”
Aslında o öğrenci 1 dakika geç kalmadı, okul süresi boyunca kaç kez geç kaldığına bakılmalı ki o 1 dakikanın hesabı yapılsın. Hep sonuç odaklı düşüyor, sonuç odaklı yorum yapıyor, sonuç odaklı karar veriyoruz. Çok yanlış bir tutum. Sonuçtan önce nedenlerine, gerekçelerine bakılmalı.
Evet, başarı için disiplin gerekli.
Disiplin demişken “disiplin” sözcüğünün anlamına ve kullanımına bakalım.
Disiplin sözcüğünün ilk anlamı, “sıkı düzen” demek.
İkinci anlamı ise “Bilimde, öğretim konusu olan ya da olabilecek bilgilerin tümü”.
Üçüncüsü de “Tüm insanların yaşamış oldukları toplum içerisinde, topluluğun genel düşünce ve davranışlarına ayak uydurmaları için alınmış olan önlemler bütünü.”
Peki, disiplin gerekli mi?
Evet, gerekli. Çünkü başarının en önemli ögelerinden biri disiplin. Aynı zamanda disiplin, öğrenmeyi de kolaylaştırır. Ortak bir amaç altında planlı ve düzenli biçimde yapılması gereken çalışmaların etkin biçimde sonuçlandırılmasına olanak verir. Eğitim ortamlarında düzenli bir sistem oluşturarak daha akılcı, daha kolay ve etkin bir eğitim ortamı sağlar.
Bu tanımlar ve açıklamalar, işimizi kolaylaştırıyor mu?
İşimizi kolaylaştırması için uygulama gerekiyor.
Adı olan ama yaptırımı olmayan bir yönetmeliğin sonuç vermesi düşünülemez.
Yanlışlıklara, hatalara, kötülüklera, art niyetli ve kasıtlı davranışlara, ortamı bozan ve sorun oluşturan her türlü eyleme kesinlikle caydırıcı yaptırımlar uygulanmalı. Yoksa işte hayatımızın akışı içinde en önemli bir olayda bile sorumsuzca ve vurdumduymazca davranmak, çok kötü ve telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açabiliyor.
Bir başka örnek daha vereyim mi?
Öğrencilerin tutum ve davranışları o kadar değişti ki sorumsuzluk, duyarsızlık, boşvermişlik, rahatlık, bir şey olmaz anlayışı, almış başını gidiyor.
Öğrenci okula gelmiş, kitap defter yok. Kitabını defterini soruyorsun, “Okula geldik ya hocam!” diye karşılık veriyor. Ya da “Dolapta hocam!” diyor. Yani okula gelmesi yeterli.
Ödevlerle ilgili de benzer sorunlar var. Ödevini ya da verilen görevi niçin yapmadığı sorulduğunda ya “Yapmak istemediğini!” ya da “Kim uğraşacak o kadar işle!” denildiğini duyuyor ve biliyoruz.
Sınıfta soru sorulduğunda, bir metnin okunması istendiğinde yine “Yapmak istemiyorum!”, “Okumak istemiyorum!” benzeri karşılıklar alınıyor.
Size daha ilginç bir alıntıyı aktarayım. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan sınavdan çıkan bir genç, “Normalde yapabileceğim soruları yapamadım. Aklım bugünkü Fenerbahçe başkanlık seçimlerine gitti.” diyor. Bu açıklamaya ne diyebiliriz?
Evet, durum bu!
Şimdi, bu ve buna benzer durumlarda öğretmen ne yapacak, ne yapabilir?
Verdiğiniz cevapları duyar gibiyim; unutmayın sınıflar 35-40 kişi. Hatta bazı sınıflar 40’tan da fazla!
Eğitimci, yazar, akademisyen Prof. Dr. Necati Cemaloğlu hocamız, çok güzel önerilerde ve belirlemelerde bulunuyor. En önemli ve anlamlı önerisi de “Okuma-yazma bilmeyen, dört işlemi yapamayan, okumak istemeyen, sorunlu öğrenciler, zorunlu eğitimden dolayı okulda tutuluyor. Öğretmenler ders yapamıyor. Bunları kontrol etmeye çalışıyor. İşte bu yüzden lise, zorunlu olmaktan çıkarılmalı.” diyor. Bence de öyle olmalı.
Sözün Özü:
Bir atı zorla suya götürebilirsin ama ona zorla su içiremezsin. Atasözü