Mustafa ATALAY
Köşe Yazarı
Mustafa ATALAY
 

EĞİTİM VE ÜRETİM 2

Değerli dostlar, geçen haftadan kalan yazımızın ikinci bölümünü kaldığımız yerden sürdürüyorum. Sabit Bey, bu öneri üzerine biraz tedirgin oldu. Ama bizim uykumuz da dağılmış, terimiz kurumuş, kendimize gelmiştik. Tonguç oracıkta hemen örgütledi bizi. Başkanlar, nöbetçiler, işlikten ip, kazık, keser vb.  araçlar almaya gitti. Kalanlar olarak biz de onun çevresinde toplandık. Öğretmenimiz de yanımızda. İsmail Hakkı Tonguç, önce toprak ölçüm bilgimizi yokladı. *** “Bakın, burası narenciye bahçesi olacakmış. Sizce burası kaç dönümlük yer? Bir dönüm, ne kadarlık yeri kapsar; kaç metrekare eder? Narenciye fidanları kaç metre arayla dikilir?” Tüm bu sorular karşısında hepimiz yaklaşık yanıtlar verdik.   SABİT BEY BİZİMLE BİRLİKTE ÇALIŞIYORDU Enstitünün yakınında bataklık kurutma çalışması yaptırmakta olan tarım öğretmeni de geldi. Fidanların kaç metre aralıkla dikilmesi gerektiğini anlattı. Sabit Bey ve tarım öğretmeni de bizimle birlikte çalışıyordu. İşlikten gelen sicim yumaklarını verdiler öğrencilere. Tonguç, çantasından şerit metresini çıkardı. Bahçe, önce dönüm olarak ölçüldü. Bir dönümün köşelerine büyük taşlar konuldu. Sonra bir dönüm üstünde onar metrekareler ve birer metrekareler bulundu. Her fidanın dikileceği yere küçük taşlar kondu. Kaç fidan dikilmesi gerektiği sayıldı. İpler gerilerek metrekareler yapıldı. Köşelerine kazık çakılınca kareler iyice ortaya çıktı, sayıldı. Bu çalışmalar yapılırken işe el sürmeyen öğrenci kalmadı. Herbirimiz işin bir yanından tutuyorduk. *** Tüm bu çalışmalardan sonra İsmail Hakkı Tonguç, tarım öğretmenine: “Bundan sonra Sabit Beyle birlikte çalışırsınız. Birbirinize çok işiniz düşecek. Kurutulan bataklığın ölçümünü de yaptırırsınız.” dedi. Matematik öğretmeni Sabit Beye de: “Şimdi kara tahtada bunların hesabını yaptırıp ne kadar fidan dikilecek, tarım öğretmenine bildirirsiniz.” dedi. Gerçekten hepimiz metrekareyi hiç unutmayacak biçimde öğrenmiştik. Ağacın altında hesaplarımızı, çizimlerimizi rahatça yaptık; hem de serinleyerek! *** Matematik derslerinde kazanılan işlem yapma ve çözümleme yönteminin çabuk ve doğru olarak günlük işlerde, iş yaşamının sorunlarını çözmede kullanılmasını sağlamak, amaçların başında geliyor. Matematiğin en önemli amacını bu yolla öğrencinin zihin yeteneğini geliştirmek, ona mantık disiplini altında düşünme yeteneği kazandırmak olarak görerek öğretmenden matematik konularını, yaşamın sorunlarına uygulaması isteniyordu. Enstitülerde matematik derslerinin böyle yapılması zorunlu görüldü. Bu yolla öğrenciler, en basit işlemin bile iş içinde  “işe” yaradığını göreceklerdi. DOLDURMALI, EŞLEŞTİRMELİ SORU BİLE SORULAMIYOR Pakize Türkoğlu hanımefendinin konu ile ilgili anısı böyle. Şimdi şöyle bir değerlendirme yapalım. Son yıllarda okullarımızda eğitim öğretim adına ne yapılıyor? Dört veya beş seçenekli soruların cevaplarını yuvarlak içine alabilme becerisi(!)nin dışında ne veriliyor? Bakınız, bu yıl bir değişiklik yapıldı. MEB, yıl içindeki yazılı sınavların klasik yöntemle yapılmasını istedi. Bırakın çoktan seçmeli soru sormayı; doldurmalı, eşleştirmeli soru bile sorulamıyor. İşte bu yeni uygulama ile çoğu öğrencinin sorulara doğru dürüst cevap veremediği, muhakeme ve yorumlama yetisinden uzak olduğu, çıkarım yapamadığı ortaya çıktı. Çoğu öğrencinin yazılarının okunamadığı, düzgün cümle kuramadığı da bir başka acı gerçek. ÜRETMİYOR, ÜRETEMİYOR; YAPMIYOR, YAPAMIYOR Bundan yirmi otuz yıl önce sınavlarda öğrencilerin yanlışları belirlenip ona göre puan verilirdi. Şimdilerde ise yanlışların arasından doğru olanları bulunup puan verilir oldu. Çelişkili bir durum değil mi? Böyle bir sistemde hangi başarı ölçülecek, hangi davranış ve beceri kazandırılacak? Eskiden insanların büyük çoğunluğu çalışarak, üreterek tırnakları ile kazıyarak, kendi çabalarıyla bir yere geliyordu. Şimdiki neslin büyük çoğunluğu ise bir şey üretmiyor, üretemiyor; yapmıyor, yapamıyor. Her şey hazır. Kitap bedava, defter bedava; ekmek elden, su gölden; hayat bedava! Beceri ve davranış kazanabilmek için süreklilik gerekir. Çok bilinen bir söz vardır. “Taşı delen suyun gücü değil sürekliliğidir.” diye. İşte eğitim de böyledir. Kazanım ve davranış kazandırmak isteniliyorsa süreklilik sağlanmalıdır. *** Geçtiğimiz hafta yayımlanan yeni müfredatlar incelendiğinde her şey kağıt üzerinde çok güzel ve hoş görünüyor. Yani “Eğitim ve Üretim”e yönelik müfredat gibi. MEB, sanki bizim bu eleştirilerimizi ve önerilerimizi duymuş(!), biliyormuş(!) gibi yeni müfredatta böyle “atölye”, “uygulama” gibi birçok yeni kavramlar ve sistemler getirmeye çalışmış. Çalışmış ama bu müfredatları oluşturanların okul ortamından, öğrenciden, sınıf yönetiminden, mevzuattan ve sınıf mevcutlarından haberi olmadığı apaçık ortada. Yeni müfredatta yer alan “uygulamalar”, “atölye” çalışmaları, 40-45 kişilik sınıflarda değil ancak 14-16 kişilik sınıflarda uygulanabilir. ESKİDEN PİLOT OKULLAR VARDI Bir müfredatın uygulanabilir olması için önce pilot uygulamalar yapılması gerekir. Eskiden böyle yenilikleri uygulamak üzere pilot okullar vardı. Yenilikler ve düzenlemeler bu tür laboratuvar okullarında denenir; uygunsa, verimli ise genel uygulamaya alınırdı. Yaşananlar, deneyimler ve uygulamalar bu gerçeği ortaya çıkarıyor. Eğitim ve eğitim sistemleri, deneme yanılma yöntemleri ile bir yere varmaz. Sözün Özü: Eğitimin amacı, insanda doğuştan var olan cevheri işlemek, özü geliştirmektir. Galiani
Ekleme Tarihi: 07 Mayıs 2024 - Salı
Mustafa ATALAY

EĞİTİM VE ÜRETİM 2

Değerli dostlar, geçen haftadan kalan yazımızın ikinci bölümünü kaldığımız yerden sürdürüyorum. Sabit Bey, bu öneri üzerine biraz tedirgin oldu. Ama bizim uykumuz da dağılmış, terimiz kurumuş, kendimize gelmiştik. Tonguç oracıkta hemen örgütledi bizi. Başkanlar, nöbetçiler, işlikten ip, kazık, keser vb.  araçlar almaya gitti. Kalanlar olarak biz de onun çevresinde toplandık. Öğretmenimiz de yanımızda. İsmail Hakkı Tonguç, önce toprak ölçüm bilgimizi yokladı.

***

“Bakın, burası narenciye bahçesi olacakmış. Sizce burası kaç dönümlük yer? Bir dönüm, ne kadarlık yeri kapsar; kaç metrekare eder? Narenciye fidanları kaç metre arayla dikilir?” Tüm bu sorular karşısında hepimiz yaklaşık yanıtlar verdik.

 

SABİT BEY BİZİMLE BİRLİKTE ÇALIŞIYORDU

Enstitünün yakınında bataklık kurutma çalışması yaptırmakta olan tarım öğretmeni de geldi. Fidanların kaç metre aralıkla dikilmesi gerektiğini anlattı. Sabit Bey ve tarım öğretmeni de bizimle birlikte çalışıyordu. İşlikten gelen sicim yumaklarını verdiler öğrencilere. Tonguç, çantasından şerit metresini çıkardı. Bahçe, önce dönüm olarak ölçüldü. Bir dönümün köşelerine büyük taşlar konuldu. Sonra bir dönüm üstünde onar metrekareler ve birer metrekareler bulundu. Her fidanın dikileceği yere küçük taşlar kondu. Kaç fidan dikilmesi gerektiği sayıldı. İpler gerilerek metrekareler yapıldı. Köşelerine kazık çakılınca kareler iyice ortaya çıktı, sayıldı. Bu çalışmalar yapılırken işe el sürmeyen öğrenci kalmadı. Herbirimiz işin bir yanından tutuyorduk.

***

Tüm bu çalışmalardan sonra İsmail Hakkı Tonguç, tarım öğretmenine: “Bundan sonra Sabit Beyle birlikte çalışırsınız. Birbirinize çok işiniz düşecek. Kurutulan bataklığın ölçümünü de yaptırırsınız.” dedi. Matematik öğretmeni Sabit Beye de: “Şimdi kara tahtada bunların hesabını yaptırıp ne kadar fidan dikilecek, tarım öğretmenine bildirirsiniz.” dedi. Gerçekten hepimiz metrekareyi hiç unutmayacak biçimde öğrenmiştik. Ağacın altında hesaplarımızı, çizimlerimizi rahatça yaptık; hem de serinleyerek!

***

Matematik derslerinde kazanılan işlem yapma ve çözümleme yönteminin çabuk ve doğru olarak günlük işlerde, iş yaşamının sorunlarını çözmede kullanılmasını sağlamak, amaçların başında geliyor. Matematiğin en önemli amacını bu yolla öğrencinin zihin yeteneğini geliştirmek, ona mantık disiplini altında düşünme yeteneği kazandırmak olarak görerek öğretmenden matematik konularını, yaşamın sorunlarına uygulaması isteniyordu. Enstitülerde matematik derslerinin böyle yapılması zorunlu görüldü. Bu yolla öğrenciler, en basit işlemin bile iş içinde  “işe” yaradığını göreceklerdi.

DOLDURMALI, EŞLEŞTİRMELİ SORU BİLE SORULAMIYOR

Pakize Türkoğlu hanımefendinin konu ile ilgili anısı böyle. Şimdi şöyle bir değerlendirme yapalım. Son yıllarda okullarımızda eğitim öğretim adına ne yapılıyor? Dört veya beş seçenekli soruların cevaplarını yuvarlak içine alabilme becerisi(!)nin dışında ne veriliyor? Bakınız, bu yıl bir değişiklik yapıldı. MEB, yıl içindeki yazılı sınavların klasik yöntemle yapılmasını istedi. Bırakın çoktan seçmeli soru sormayı; doldurmalı, eşleştirmeli soru bile sorulamıyor. İşte bu yeni uygulama ile çoğu öğrencinin sorulara doğru dürüst cevap veremediği, muhakeme ve yorumlama yetisinden uzak olduğu, çıkarım yapamadığı ortaya çıktı. Çoğu öğrencinin yazılarının okunamadığı, düzgün cümle kuramadığı da bir başka acı gerçek.

ÜRETMİYOR, ÜRETEMİYOR; YAPMIYOR, YAPAMIYOR

Bundan yirmi otuz yıl önce sınavlarda öğrencilerin yanlışları belirlenip ona göre puan verilirdi. Şimdilerde ise yanlışların arasından doğru olanları bulunup puan verilir oldu. Çelişkili bir durum değil mi? Böyle bir sistemde hangi başarı ölçülecek, hangi davranış ve beceri kazandırılacak? Eskiden insanların büyük çoğunluğu çalışarak, üreterek tırnakları ile kazıyarak, kendi çabalarıyla bir yere geliyordu. Şimdiki neslin büyük çoğunluğu ise bir şey üretmiyor, üretemiyor; yapmıyor, yapamıyor. Her şey hazır. Kitap bedava, defter bedava; ekmek elden, su gölden; hayat bedava! Beceri ve davranış kazanabilmek için süreklilik gerekir. Çok bilinen bir söz vardır. “Taşı delen suyun gücü değil sürekliliğidir.” diye. İşte eğitim de böyledir. Kazanım ve davranış kazandırmak isteniliyorsa süreklilik sağlanmalıdır.

***

Geçtiğimiz hafta yayımlanan yeni müfredatlar incelendiğinde her şey kağıt üzerinde çok güzel ve hoş görünüyor. Yani “Eğitim ve Üretim”e yönelik müfredat gibi. MEB, sanki bizim bu eleştirilerimizi ve önerilerimizi duymuş(!), biliyormuş(!) gibi yeni müfredatta böyle “atölye”, “uygulama” gibi birçok yeni kavramlar ve sistemler getirmeye çalışmış. Çalışmış ama bu müfredatları oluşturanların okul ortamından, öğrenciden, sınıf yönetiminden, mevzuattan ve sınıf mevcutlarından haberi olmadığı apaçık ortada. Yeni müfredatta yer alan “uygulamalar”, “atölye” çalışmaları, 40-45 kişilik sınıflarda değil ancak 14-16 kişilik sınıflarda uygulanabilir.

ESKİDEN PİLOT OKULLAR VARDI

Bir müfredatın uygulanabilir olması için önce pilot uygulamalar yapılması gerekir. Eskiden böyle yenilikleri uygulamak üzere pilot okullar vardı. Yenilikler ve düzenlemeler bu tür laboratuvar okullarında denenir; uygunsa, verimli ise genel uygulamaya alınırdı. Yaşananlar, deneyimler ve uygulamalar bu gerçeği ortaya çıkarıyor. Eğitim ve eğitim sistemleri, deneme yanılma yöntemleri ile bir yere varmaz.

Sözün Özü:

Eğitimin amacı, insanda doğuştan var olan cevheri işlemek, özü geliştirmektir. Galiani

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisadenge.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.