Değerli dostlar, fark ettiyseniz yazılarımızı bir öyküden yola çıkarak o öyküde verilen ileti üzerinden oluşturmaya ve okuyucularımıza duygu ve düşüncelerimizi aktaramaya çalışıyorum. Aslında bu yolu seçmekle doğru bir yol izlediğimi düşünüyorum.
***
Bu haftaki yazımda da bir öykü aktarıp alınacak dersleri ve verilecek iletileri ele almaya çalışacağım. Bu haftaki öykümüzün adı “Madenci”. Ama yazının iletisi ve amacı farklı. Önce öyküyü okuyalım, sonra da iletisine birlikte bakalım.
***
Madencinin biri sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken birden sıcağın onu daha verimli çalışmaktan alıkoyduğunu fark eder ve o an madenci “Güneş, benim çalışmamı engelliyor.
O zaman benden daha güçlü!” diye düşünür ve güce de çok önem verdiği için o an Tanrı’dan “Güneş” olmayı diler. Tanrı, madencinin bu isteğini kabul eder ve madenci güneş oluverir. Güneş, tüm evreni ışığıyla aydınlatır, sıcaklığı ile her yeri kavurur ve böylece gücünü herkese gösterir.
***
Günlerden bir gün güneşin önüne bir bulut gelir ve tabii madenci de bu işe çok sinirlenir. Çünkü bulut, güneşin yaydığı ışıkları, ısıyı engelleyip kesmektedir. Bu durum karşısında madenci, “Bulut güneşten daha güçlü. Ben bulut olmak istiyorum.” der ve madenci o an bulut olur. Ardından şimşekler çaktırır, gökleri gürletir, yağmurlar yağdırır, seller akıtır, güçlü olduğunu gösterdiği için bu durumundan çok memnun kalır. Ama bu memnuniyeti, mutluluğu çok uzun sürmez. Çünkü bu kez de rüzgar ortaya çıkar ve bulutları oradan oraya sürükler. Bu durum karşısında madenci yine düşünmeye başlar. “Rüzgar, bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgardır. O zaman ben rüzgar olmalıyım.” der ve o anda rüzgar oluverir.
***
Madenci, rüzgar olup fırtınalar estirir, denizleri coşturur, kasırgalar yaratır. Ama bu kez de karşısına kocaman bir kaya kütlesi çıkar. Kaya kütlesine şöyle bir bakar ve “Bu nasıl bir şey ki benim rüzgarımı engelliyor?” diye düşünmeye başlar. Aslında bu kaya kütlesi kocaman bir dağdır. Bu durum karşısında yine Tanrı’dan son bir dilekte bulunur. Bir dağ olmayı ister.
***
Madencinin bu isteği de kabul olur ve sonsuza dek dağ olarak yaşamaya karar verir. Çünkü dünyadaki en güçlü şeyin dağ olduğunu düşünmeye başlar. Madenci hayatından memnun bir biçimde yaşarken birden bir rahatsızlık duyar. Bir şey, içini kemirmektedir. Derken kendisini rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlar. Onu rahatsız eden şeyin, içini kemirenin bir madenci olduğunu fark eder.
***
Öykü, ilginç değil mi? Çevremizde daldan dala konan, her gördüğü şeyi isteyen, her şeyi kendine layık gören o kadar çok kişi var ki durumuna, konumuna, donanımına, yeteneğine, bilgisine ve becerisine bakmadan her şeye, her yere zıplamaya çalışıyor. İşin ilginç yanı kendini tartmadan her yere kendini uygun görüyor.
***
Her kişinin kendine özgü özel yeteneği vardır. Ancak sıkıntı, çoğu kişinin kendi yeteneğini, ilgisini ve becerisini fark edememesidir. İşte bu farkında olunamayan özellikler nedeniyle nice değerler yok olup giderken nice beceriksizler ve yeteneksizler de hak etmedikleri yerleri işgal etme derdine düşüyorlar.
***
Günümüzde bulunduğu konumu ve elindeki imkânı değerlendiremeyip başka yollara çıkanlar ya da hak etmedikleri halde hakları olmayan yerleri işgal edenler o kadar çoğaldı ki anlamak mümkün değil. Hiçbir özelliği ve yeteneği olmayanların sürekli oraya buraya zıplamasından dolayı birçok yeteneği ve becerisi olan onlarca donanımlı, bilgili ve değerli kişilere gereken ilgi gösterilemiyor ve değer verilemiyor.
***
Tüm bu olup bitenlerden ve öyküden çıkaracağımız ders çok açık. Ne olursa olsun kendimiz olmalıyız. Güce değil, aklın ve mantığın gücüne önem ve değer vermeliyiz. Yazımızın başlığını anımsayalım, “Güç Kimde?” Evet, bu güç bizim elimizde. Akıl, mantık ve irade gücü. Unutulmamalı ki her kişinin mutlaka iyi ve başarılı olduğu bir yönü vardır. Bu, “güç” olmasa bile!
Sözün Özü:
Zor, diyebilirsin; ama asla, imkansız, deme!