Değerli dostlar, çok eski zamanlardan günümüze ibretlik olaylar aktarılır. Önemli olan bu ibretlik olaylardan ders alabilmek.
Bu haftaki yazımızda böyle ibretlik bir paylaşımı aktarmak istiyorum.
Çok eski zamanlarda ülkenin birinde çok akıllı ve bilgili bir kral yaşarmış. Bu kral, yeryüzünde yaşayan insanlara ilişkin her şeyi bilmek istemiş.
Danışmanlarını yanına çağırıp “Bana dünyadaki tüm ulusların tarihini yazın. Geçmişte ve şimdi nasıl yaşadıklarını, hangi savaşlara katıldıklarını anlatın. Farklı ülkelerdeki gelişmiş iş ve sanat kollarını tanıtın.” diye buyurmuş. Sonra da onlara beş yıl süre tanımış.
Danışmanlar, saygıyla eğilerek huzurdan ayrılmışlar.
Kralın danışmanları, ülkedeki tüm akıllı adamların en akıllılarını bir araya toplamışlar ve kralın isteğini anlatmışlar. Beş yıl sonra danışmanlar, toplanmışlar ve kralın huzuruna çıkarak “Efendimiz, dileğiniz yerine getirildi. Dışarıya bakarsanız isteğinizin karşılığını görürsünüz.” demişler.
Kral, hayretle gözlerini açmış. Sarayın önünde sonu ufukta kaybolan bir deve kervanı duruyormuş. Her devenin sırtında iki dev heybe ve her heybenin içinde de güzelce kaplanmış on büyük cilt varmış.
Kral, “Nedir bunlar?” diye sormuş.
Danışmanlar, “Bu, dünya tarihidir. Buyruğunuz üstüne bilge kişiler beş yıl durmadan çalıştılar!” diye yanıtlamışlar.
Kral, “Benimle alay mı ediyorsunuz?” diye kükremiş ve konuşmasını şöyle sürdürmüş. “Ömrüm, bunların onda birini bile okumaya yetmez! Söyleyin, kısa bir tarih yazsınlar. Tüm önemli olayları içersin.” diyerek bir yıl daha süre vermiş.
Aradan bir yıl geçmiş ve yine kervan, sarayın önünde durmuş. Bu kez kervan yalnızca on deveden oluşuyormuş ve her devenin sırtında iki heybe, bunların içinde de yine on cilt kitap varmış.
Bunları gören kral çok öfkelenmiş ve şöyle seslenmiş.
“Bugüne kadar tüm ulusların yaşadığı yalnızca en önemli olayları yazmalarını söyleyin onlara. Ne kadar süre isterler?”
Akıllı adamların en akıllısı öne çıkmış ve “Bir gün! İsteğinize yarın kavuşacaksınız, efendimiz.” demiş.
Kral, “Yarın ha!” diye mırıldanmış şaşkınlıkla. Sonra da “Çok iyi. Ama beni aldatıyorsanız başınızı yitireceksiniz!” diye de hatırlatmış durumu.
Sonunda mavi gökyüzünde güneş yükselmiş, uyku çiçekleri tüm büyüleyiciliğiyle açmış ve kral, o bilge kişiyi yanına çağırtmış.
Yaşlı bilge elinde ufacık bir tahta kutuyla içeri girmiş.
“Ey ulu efendimiz, tüm insanlık tarihinde yaşanmış en önemli olayları burada bulacaksınız.” demiş kısık bir sesle.
Kral, kutuyu açmış. Kadife bir yastık üstünde küçük bir parça parşömen duruyormuş. Ve o parşömende tek bir cümle yazılıymış:
“Doğdular, yaşadılar ve öldüler!”
Evet değerli dostlar, hayatımızı, yaşadıklarımızı ve yaptıklarımızı özetlediğimizde yukarıdaki cümle ortaya çıkıyor. Ancak asıl sır, bizi ilgilendiren o “yaşadılar” bölümünde gizli. Nasıl yaşadığımız, ne yaptığımız, nasıl davrandığımız önemli.
İşte önemli olan o “yaşadılar” sözünün anlamını ve değerini yaşamaktır.
“Yaşadılar”daki yaşamak, yalnızca yaşamak değildir. İnsana yakışır biçimde ve onurlu yaşamaktır. Teslim olmadan, boyun eğmeden, sürünmeden, el etek öpmeden yaşamaktır.
“Yaşadılar ve öldüler.” sözünden de şu anlaşılmalı.
Bir yerden ayrıldığında yeri doldurulamayan, unutulamayan, sevgiyle hatırlanan biri olmaktır. Bir yere geldiğinde işgal ettiğin makamın hakkını veren olmaktır. Makamın yücelttiği biri değil, makamı yücelten biri olmaktır. Unutulmamalı ki makamlar, mevkiler, geçicidir; kalıcı olan, şu kubbede bir hoş sada, iyi bir izlenim bırakmaktır, gönüllerde kalıcı olmaktır.
İşte böyle insanlar hep anımsanır, unutulmaz. Yaptıklarıyla, etkileriyle yaşarken de öldükten sonra da yaşarlar, anılarda yer bulurlar.
Onca yıl yaşayıp da sonunda hiç yaşamamış gibi olunacaksa yaşamanın ne anlamı olacak?
Sözün Özü
Herkes ölür, fakat herkes gerçekten yaşamaz. William Wallace