Değerli dostlar, bu haftaki yazımızın konusunu, ‘yalan’a ayırdım. Son günlerde çevremizdeki insanların o kadar çok yalan söylediklerine tanıklık ediyoruz ki bir süre sonra o yalan söyleyenler, kendi yalanlarına inanır duruma geliyorlar.
***
Öyle pişkinler ki söyledikleri yalana inanan olmazsa bir başka yalanı ortaya sürüyorlar. Bu yalan üreticilerine söylenecek güzel bir uyarımız var:
“Eğer birine bir yalan söylerseniz, o yalanı bir yere not edin. Hiç olmazsa ileride aynı konu açıldığında yine aynı yalanı söylersiniz. Böylelikle yalanınız ortaya çıkmaz. Çünkü doğru bir, yalan ise çeşitlidir.”
***
Yalan üzerine bu ön girişten sonra sosyal medyada sıkça karşılaştığımız güzel bir alıntıyı sizlerle paylaşayım, sonra da yorumlarımızı ve değerlendirmelerimizi yapalım.
***
Ağanın biri kendini övmeyi ve palavra atmayı çok severmiş. Zenginliğinin ve zenginlikten kaynaklanan gücünün hatırına söylediği yalanlarına da kimse sesini çıkarmazmış. Fakat bazen kendini tutamaz, akla mantığa sığmayan hiç olmayacak şeyler anlatırmış. Ağanın bu anlattıklarına inanmış gibi gözükmek bile çok zor olurmuş. Ağa, böylesi durumlar için yanında bir tevilci (doğrulayıcı, dalkavuk) gezdiririrmiş. Bu tevilci, ağanın anlattığı olmayacak şeylerin nasıl olabileceğini açıklarmış. Örneğin Ağa, “Yolda giderken bir tavşan gördüm. Tabancamla ateş ettim. Yanına gidince ne göreyim, hem arka ayağından hem de kulağından vurmuşum." dediğinde ağanın tevilcisi, aval aval bakanlara "O anda tavşan, arka ayağı ile kulağını kaşıyordu." diyerek oradakileri ağanın yalanına inandırmaya çalışırmış.
***
Ağa ile tevilcinin öyküsü uzun. İşte, tevilcisinin bile pes ettiği ilginç palavra-yalan olay şöyle:
Günlerden bir gün ağa şunu anlatmış.
Bir gün bir keklik sürüsüyle karşılaştım. Tek bir fişeğim vardı. Tüfeğimi doğrulttum ve ateş ettim. Bir de ne göreyim, kırk keklik kızarmış ve üzerlerine sarımsaklı yoğurt dökülmüş durumdaydı.
Dinleyenler, şaşkın şaşkın bakmışlar.
***
Fakat bu sefer tevilci de şaşkın ve nasıl tevil edeceğini bilemez bir durumda:
Be ağam, hadi ‘Fişekteki kırk bir saçmanın kırkı, kırk kekliği vurdu. Kırk birincisi de yerdeki kurumuş otları tutuşturdu. Tutuşan otların üzerine düşen keklikler kızardı.' diyeyim de o sarımsaklı yoğurdu nereden bulayım şimdi? demiş. Yalancı ağanın ve tevilcisinin durumu bu.
***
Birileri yalan söylüyor. Söylenen yalana tevilci de bulunuyor. Ama öyküdeki gibi öyle bir yalan ki sarımsaklı yoğurt bulma çabasına düşülüyor. Ne kadar yalan söylerseniz söyleyin, ne kadar çok yalan uydurursanız uydurun, her yalanın ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Atasözümüzü herkes bilir: “Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar.”mış.
***
O birilerinin mumu, yatsıya kadar bile yanamıyor. Akşam olmadan her şey ortaya çıkıveriyor. Bu yalan söyleme ve yalana inanma, bir hastalık olmakla birlikte acizlik, kişiliksizlik ve çaresizlik örneği. Yalan söyleyerek gerçeklerin gizleneceğini, herkesin bu yalana inanacağını sananlar, ne yazık ki kafalarını kuma gömen deve kuşundan farksızdırlar.
***
Yalancılığın en önemli boyutu da ortaya çıkabilecek veya çıkan sorunlarla başa çıkamama, güçsüzlük ve yeterince kendini geliştirememişlikle birlikte kin, nefret, öfke gibi duyguların ağır basmasından kaynaklandığı söylenebilir.
***
Yalan söyleme ve yalana inanma gibi davranışların ne ahlaki ne vicdani ne de insani yönünün olmadığı da açıkça görülmektedir. Yalan söylemenin ve yalana inanmanın sıradanlaştığı günümüzde tevilcilik de bir o kadar ilerledi ki sarımsaklı yoğurt bulmak, olağan işlerden biri oldu.
Sözün Özü:
Yalanın tadına aldanma, çok kötü hazımsızlık yapar.