Değerli dostlar, geçtiğimiz günlerde öğrencilerimizle birlikte Halide Edip Adıvar’ın “Himmet Çocuk” adlı öyküsünü okuyorduk. Öyküyü birkaç öğrenciye okuttum. Daha sonra öyküdeki “Himmet Çocuk”u sordum. Bu çocuk kaç yaşında imiş? Bu çocuk ne yapıyormuş? Bu çocuğun yaşadıkları neymiş? Sorular, böyle idi. Ama ilginç olan ne idi biliyor musunuz?
***
O öyküyü okuyan öğrencilerin de dinleyenlerin de anlatılardan çok uzak olması. Ne Kurtuluş Savaşı’ndan ne Halide Edip Adıvar’dan ne de o dönemde yaşanan acılardan, çaresizliklerden haberleri vardı. Evet, çok acı bir durum, değil mi? Bu durumun bir başka boyutu nedir, biliyor musunuz değerli dostlar? Öğrencilere, “kaç yaşında” olduklarını sordum. 14-15 yaşlarında olduklarını söylediler. Peki, bu öyküdeki “Himmet Çocuk” 13 yaşındaymış. Siz bu çocuğun yaşadıklarını, yaptıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Tabii, bu soruya cevap veren olmadı.
***
Öyküdeki olayı ve “Himmet Çocuk”u anlattım. Sonra şu soruyu sordum. “Siz de 14-15 yaşında çocuklar olarak hangi görev ve sorumlulukları üstlenebilirsiniz?” Cevap, maalesef yok. Doğru dürüst mantıklı cevap veren de olmadı. Şu anlattığım durum ne kadar acı ne kadar üzücü ve ne kadar iç karartıcı, değil mi? Bizim öğrenciliğimizde özellikle ortaokulda her öğrenci, Ömer Seyfettin’in tüm öykülerini okumuş olurdu. Hele o dönemlerin en popüler romanları, “Kemalettin Tuğcu” romanları, çok okunanlar listesinde zirvedeydi. Her öğrenci, bu kitapları okuyordu. Lisede okuyan öğrenci, bu tür öykü ve romanları bitirmiş, seviye atlamış olurdu. O dönemin lise öğrencileri en azından Hüseyin Rahmi’nin, Reşat Nuri’in, Halide Edip’in, Yakup Kadri’nin, Tarık Buğra’nın, Hüseyin Nihal Atsız’ın, Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun bir romanını okumuş olurlardı.
YAPTIĞIMIZ HEP “BAKMAK!”
Günümüzde, özellikle internetin ve daha sonra da sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla insanların kitap okuma alışkanlıklarında azalma görüldü. Hadi kitap okumuyoruz, bir yazı da okumuyoruz. Sosyal medyada onlarca, yüzlerce yararlı yazılar ve paylaşımlar var, onları da okumuyoruz. Yaptığımız hep “bakmak!”. Bak, bak nereye kadar bakacağız? Evet, sorun büyük. Kitap okumayınca sorulama, karşılaştırma, yorumlama yapılamıyor. İbret almak, ders çıkarmak, örnek almak, çıkarımda bulunmak gibi hayata yön verici davranışlar ve alışkanlıklar kazanılamıyor. Tabii bazı şeyler yalnızca okumakla olmuyor. Yaşamak, yaşatmak, yapmak, yaptırmak gerekiyor. Çocukların birçok konuda duyarsız, tepkisiz, ilgisiz ve verimsiz olmasının nedeni anne-babalar. Çocuğun yapması gereken bazı işlerin, davranışların onlara yaptırılmaması, her şeyin anne-baba tarafından yapılması çocukları tembelliğe, duyarsızlığa ve sorumsuzluğa itiyor.
***
Çocukların her yaş döneminde yapması gereken birtakım işler, görevler, davranışlar ve sorumluluklar var. İşte bunlar, çocuklarımıza o belirli yaş aralığında düzenli olarak yaptırılmalı ve arkası da takip edilmeli. Bakınız dünyanın en ileri toplumlarından biri olan Japonların bir başka özelliği de teknolojide de ilk sıralarda yer almaları. Ama eğitim sistemlerine ve aile yapılarına baktığımızda bizden çok farklı özellikler görüyoruz. Örneğin eğitimde dikkati ve verimliliği esas aldıklarından en çok önemsedikleri şey, “ahlak” ve “ciddiyet”.
ÇOCUKLARIMIZI GELECEĞE HAZIRLAMAK ZORUNDAYIZ
Mutlaka tarihlerini bilmek zorundalar. Yüz binlerce tablet, bilgisayar ve telefon ürettikleri halde tabletli eğitime geçmiyorlar. Özellikle okullarda kılık kıyafet serbestliği getirmiyorlar. Ve bedensel yeterliliğe çok önem veriyorlar. Bu örnekleri görüp duydukça gerçekten çok üzülüyoruz. Şöyle günümüze baktığımızda ailelerin çeşitli argümanlarla kuşatıldığını görüyoruz. Babalar, siyasetle ve futbolla; anneler, magazin ve dedikodu programlarıyla; gençler, instagram vb ile; ergenler, tiktok türü boş işlerle; çocuklar ve bebekler de youtube videolarıyla kuşatıldı. Unutmamak gerekir ki önce toplumlar değil aileler çöker. Aileler çökünce toplum da ayakta kalamaz. Ülkenin gelişmesi ve kalkınması için toplumsal gelişime, toplumsal gelişim için de bireysel gelişime gereksinim vardır. Bireysel gelişim de ancak zihinsel ve düşünsel gelişimle olur. Çocuklarımızı her yönden geleceğe hazırlamak zorundayız.
Sözün Özü:
Eğitmek, yaşamak için kariyer vermek değil yaşamın zorlukları için ruhu canlandırmaktır. Pisagor