Değerli dostlar, geçen haftaki yazımızda yaşadığımız kentin kültürel ve turistik değerlerinden söz etmiştik.
Kentimizde bunca güzellikler ve önemli değerler var olmasına karşın, bunların ön plana çıkartılamaması, düşündürücü değil mi?
Yaşadığımız kent Manisa.
Manisa’nın tam merkezinde yaşıyoruz.
Yaşadığımız bu kentin her geçen gün geliştiğini ve güzelleştiğini görüyoruz. Yalnız tüm bu güzellikler ve gelişmeler, kimin veya kimlerin dikkatini çekiyor?
Harcanan emeğin ve paranın ne ve ne kadar olduğunu bilen, sorgulayan var mı?
Bunları niye soruyorum, biliyor musunuz?
Bunca emeğin ve paranın değerini bilmiyoruz da ondan.
Bunca emek harcanıyor; kıymeti bilinmiyor; hor kullanılıyor; pis bırakılıyor ya da pisletiliyor.
Onca para harcanıyor; hoyratça kullanılıyor, kırılıyor, bozuluyor, yakılıyor, yıkılıyor; hatta çalınıyor.
Bakınız, birkaç örnekleme yapayım.
Belediyelerimizin emek ve para harcayarak güzelleştirdiği parklar, yeşil alanlar ve özellikle yol kenarlarında oluşturduğu “yeşil kuşak” alanları, o kadar hor kullanılıyor ki anlatılması zor. Hatta yerel basında bile yer almıştı; “çöplük” olarak kullanıldığı, çöplerin o alanlara bırakıldığına dair görüntüler paylaşılmıştı.
Evet, buna benzer örnekleri görüyoruz. Yaşadığımız kente yakışmayan ve yapılanlara değer verilmeyen bir anlayış ve davranış biçimi.
Bir başka önemli konu da cadde ve sokaklarda dolaşan başı boş hayvaların durumu.
Son yıllarda, özellikle en işlek cadde ve sokaklarda, köpek pisliklerinden geçilmiyor. Bu pislikler, neredeyse her cadde ve sokakta var. Bu pisliklere basan dikkatsiz halkımız da bu pisliği adım adım tüm kente yayıyor. Bu konuda da çok ciddi önlemler alınmalı, gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Manisa gibi bir kente böyle görüntüler hiç yakışmıyor.
Yukarıda söz etmiştim, park ve yeşil alanlar yapılıyor, yol kenarlarına ağaçlar dikiliyor; çok güzel.
Bir soru:
Yol kenarlarına dikilen ağaçların belirli bir özelliği var mı?
Varsa nedir?
Benden iki öneri.
Birincisi, gölgesi bol ağaçlar, çok yapraklılar olabilir mi? Çünkü Manisa, yazın sıcak olan bir kent. O yaz sıcağında insanlar yolda yürüken gölgeye arıyor. Kaldırım kenrlarındaki ağaçların bol yapraklı, gür ağaçlar olması düşünülemez mi?
İkincisi de parklara, bahçelere ve yeşil alanlara dikilecek ağaçların tercih edilme özelliği, “en çok oksijen üreten ağaçlar” olsa nasıl olur?
Evet, kent estetiği uzmanları, çevre ve şehircilik uzmanları bu özelliği düşünse ve öncelese iyi olmaz mı?
Bir başka önemli konu da dünyanın en verimli topraklarına sahip olan “Gediz Ovası”nın durumu.
Dünyanın en verimli ve bereketli ovasına sahip kentimizde 6-7 tane Organize Sanayi Bölgesi var. İşin üzücü yanı da bu organize sanayi bölgelerinin bu verimli toprakların olduğu ovalara kurulması.
Tabii ki sanayi olsun; ama sanayi kuruluşlarını, fabrika ve atölyeleri verimli topraklar üstüne kurmak, ne kadar doğru? İşte asıl soru bu, bunun düşünülmesi gerek.
Gediz Ovası, yıllar önce “beyaz altın”ın, pamuğun merkezi idi. Şimdi ne durumda?
Gediz Ovası ve çevresi, dünyanın en kaliteli üzümünü, diğer adıyla “sarı altın”ı “çekirdeksiz üzüm”ü yetiştiriyor. Bundan 25-30 yıl önceki ürün rekoltesi ile bugünkü rekolteyi karşılaştırdığımızda durum nedir?
Dünyanın en verimli ve en bereketli toprakları Jeotermale ve sanayi bölgelerine kurban ediliyor.
Dünyanın en verimli ve bereketli topraklarından biri olan Gediz Ovasına sahip çıkılmalıdır. Çünkü insanoğlu, ağaç kovuğunda, ağaç gölgesinde, mağarada yaşayabilir; ama aç-susuz, gıdasız yaşayamaz. Bereketli topraklar yok oldu mu bir daha bulamayız.
Sözün Özü:
Bakmayı bilen, kaktüse çiçek açtırır; bakmayı bilmeyen de gonca gülü soldurur.