Değerli dostlar, bu haftaki yazımızda okul yöneticiliğine başlamada öne sürülen 'Mülakat' konusuna değineceğiz.
Bilindiği üzere MEB Yönetici Görevlendirme Yönetmeliği yenilendi.
Geçtiğimiz Eylül ayında yayımlanan taslak ile uyuşmayan bir yönetmelik ortaya çıktı.
Tabii bu bu yönetmeliğin böyle çıkması, birilerini oldukça sevindirdi.
Eylül ayında yayımlanan taslaktan sonra birtakım çevreler, bu yönetmelikle ilgili olmazsa olmaz kriterleri ortaya koymuştu.
Şubat ayı başında yayımlanarak yürürlüğe giren bu Yönetici Görevlendirme Yönetmeliği’nin bazı maddeleri için Türk Eğitim Sen olarak Danıştay’da dava açıldı.
Türk Eğitim Sen, ta baştan beri mülakat konusunda duyarlı tavır sergilediği için bu yönetmelikte mülakatın olmasını istememişti.
Taslakta da mülakat yoktu. Ama ne olduysa taslağın kamuoyuyla paylaşılmasından sonra oldu.
Yönetmeliğe mülakat girdi.
Sınav puanının etkisi yüzde 80’den yüzde 50’ye düşürüldü.
Akıl ve mantık dışı 'değerlendirme' kriterleri belirlendi.
Türk Eğitim Sen, bu 'hak, hukuk, adalet ve liyakat' katledici kriterlerin iptali için dava açtı.
Tabii başka sendikalar da dava açtılar.
Evet, dava açmışlardır ama hangi maddelere dava açtılar? Ona bakmak gerek.
Açıklamalarında, paylaşımlarında mülakata karşı olduklarını, mülakatı eleştirirdiklerini söylüyorlar ama iş yönetmeliği yargıya taşımaya gelince yan çiziyorlar.
Benzer yan çizme olayını, sözleşmeli öğretmenlikte de görmüştük.
Sözleşmeli öğretmenliğe karşı olduklarını defalarca ifade etmişlerdi. Hatta Sözleşmeli Öğretmenler Ankara Ulus Meydanı’nda eylem yaparken o, 'çalıştay' düzenleyenlerin, Sözleşmeli Öğretmenliğin iptali için dava aç(a)mamış olmaları da aklımızda.
Bu da gösteriyor ki 'liyakat'in katili 'mülakat'tan beslenenler, sözde veryansınlarla, sanki mülakata karşıymış gibi davranıp “İstemem, yan cebime koy!” dercesine etki ve yetki sebepleri mülakattan vazgeç(e)mediler.
Birilerinin daha önce dillendirdiği Sözleşmeli Öğretmenlik ve şimdilerde de karşı olduklarını söyledikleri mülakat konularındaki iki yüzlü tavırları “Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar.” sözünü hatırlatıyor.
Birilerinin tutarsızlıkları ve kandırmacaları hiç bitmiyor. Belki çoğunuz unutmuş olabilirsiniz; ama arşivler unutmuyor.
Bundan 3-4 yıl önce yine birileri, önce “Sözleşmeli öğretmen istihdamından vazgeçilmelidir.” demişlerdi. Ardından, “Sözleşmeli öğretmenlik, sorunlara; mülakat, adaletsizliğe yol açar.” demeye başlamışlardı.
Hatta işi bir adım öteye taşıyıp masum rolleriyle "Mülakatla öğretmen alımı maşeri vicdanı yaralıyor!" bile dediler.
Biz de o zamanlar bu söylemlere karşı şöyle demiştik:
Mülakatla öğretmen alımı, maşeri vicdanı yaralıyorsa mülakatla yönetici atamak vicdanınıza ne yapıyor?
18’inci ve 19’uncu Milli Eğitim Şûralarında o, akıllara zarar teklifleri sunanlar kimdi?
O, akla zarar teklifleri hatırlayalım mı?
2010 Kasım’nda yapılan 18’inci Milli Eğitim Şûrasında 'öğretmenlerin tamamının sözleşmeli yapılması' teklifini kim(ler) getirdi?
Yine 2014 Aralık’ında yapılan 19’uncu Milli Eğitim Şûrasında 'Öğretmen Niteliklerinin Arttırılması' komisyonunda “Eğitim Fakültesine Girişler ve Öğretmen Alımları sözlü sınavla olsun. Tüm öğretmenler sözleşmeli olsun.” tekliflerini kim/kimler verdi?
Herkes, her şeyi biliyor. Kimi 'salağa yatıyor', kimi de devekuşu misali kafasını kuma gömmüş.
O günlerde, o akla zarar teklifler, Türk Eğitim Sen yöneticilerinin ve sağ duyulu üyelerin itirazları ile reddedilmişti.
Hani, çoğu kişinin bildiği bir söz vardır:
Ağaç, baltaya demiş ki “Sen beni kesemezdin ama ne yapayım ki sapın benden. Bak şu ağacın bilincine! Ölen ben, öldüren benden.” Bu söz, ortada oynanan oyunu ne güzel anlatıyor değil mi!
Evet değerli dostlar, durum ve gerçekler, böyle. Kimin ne dediğine değil; ne yaptığına bakmak gerek. Doğru olan da budur.
Sözün Özü
Sendikacılık, özü sözü bir olmaktır; dik duruşluluktur; hakkı tutup kaldırmaktır; haktan, adaletten ve doğrudan yana taraf olmaktır.