Değerli dostlar, geçen hafta okullar açıldı. Ülke genelinde 20 milyon civarında öğrenci yeni bir eğitim öğretim dönemine başladı. Bu haftaki yazımızı da eğitim öğretim ortamında bulunan tüm öğrencilerimize armağan edelim ve aşağıdaki güzel yazıyı paylaşalım. Öğrencilerimiz bu yazıyı içlerine sindire sindire, anlayarak ve isteyerek okurlarsa kendilerinin gelişimi ve olgunlaşması için çok şey bulacaklarını umuyorum. Gelelim yazımıza…
***
Yaşlı bir kadın, antikacıdan aldığı yüz yıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirir. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler, onun bir sanat eseri olduğunu göstermektedir. Ödediği fiyatı hatırlar; hayır, hiç de pahalıya almamıştır. Hayranlıkla fincanı izlemeyi sürdürürken, birden fincan dile gelir ve kadına şöyle seslenir: “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar, çektiğim acılar, beni bu duruma getirdi.” Kadın, bu durum karşısında şaşkınlık geçirir ve hayretler içinde kalır. Hayranlıkla izlediği kahve fincanı konuşmaktadır! Yaşlı kadın, kekeleyerek “Nasıl? Anlayamadım?” diyebilir.
***
Fincan, konuşmasını sürdürür. “Demek istiyorum ki ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamadım ve ‘Yeter! Lütfen dur artık!’ diye bağırmak zorunda kaldım. Ama o usta yalnızca gülümsedi ve ‘Daha değil!’ diyerek işini sürdürdü. Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım: ‘Lütfen beni bu şeyin üzerinden al, beni bu işkenceden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!’ dedim. Ama o usta benim bu bağırmalarıma aldırmadan gülümsüyor, yaptığı işi sürdürüyor, “Henüz değil!’ diyordu. Daha sonra beni aldı ve bir fırına koydu. Kapağını kapatıp ısıyı arttırdı. Ustayı fırının küçük penceresinden görebiliyordum. Fırın ısınmaya başladı. Aklımdan şöyle geçiyordu: ‘Beni yakarak öldürecek!’ Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir yandan da bağırıyordum: ‘Usta, usta! Lütfen beni buraddan çıkar, burası çok sıcak, dayanamıyorum!’. Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. O hâlâ gülümsüyor ve ‘Daha değil!’ diyordu.
***
Bir saat kadar sonra fırının ısısını düşürdü kapağı açıp beni o cehennem gibi yerden çıkardı. İşte o an rahat bir nefes alabildim. Fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Sonra beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her yanımda geziniyordu ve bu arada ben de gıdıklanıyordum. ‘Usta, lütfen usta! Yapma, çok gıdıklanıyorum!’ dedim. Onun cevabı ise yine aynıydı: ‘Henüz değil!’ Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru götürmeye başladı. Korkudan ölecektim. ‘Hayır! Hayır! Beni yine o fırına sokma, lütfeeen!’ diye bağırdım. Fırının kapağını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. ‘Bu kez beni gerçekten yakıp kavuracak!’ diye düşündüm. Ona pencereden bakıp yine yalvardım, ama o yine ‘Daha değil!’ diyordu. Ancak bu kez ustanın yanağından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki fırının kapağı açıldı ve ustanın nazik eli beni alıp dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve şöyle dedi: ‘Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bakmak ister misin?’. Ben, heyecanla ona ‘Evet’, dedim.
***
Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve ‘Bu ben değilim. Ben yalnızca bir çamur parçasıydım.’ dedim. Usta, ‘Evet, bu sensin! Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler yüzünden böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Sen bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvvet veren ikinci fırın oldu. Şimdi istediğim her şey, üzerinde var.’ dedi.
***
Ve ben kahve fincanı, ağzımdan şu sözlerin çıktığını hayretle fark ettim: ‘Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını anlayamadım. Görüşüm kısaydı, anlayışım dardı; ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüklerim, bana değer katan şeyler olduğu için teşekkür ederim, teşekkür ederim.’ dedim ve ustanın beni ne kadar değerli hale getirdiğini kendimi aynada görünce daha iyi anladım.”
KURTARICILAR HER ZAMAN YANLARINDA OLMAYACAK
Evet değerli dostlar, öykümüz böyle. Okulların açıldığı şu günlerde çocuklarımızın yetiştirilmesi, öğrencilerimizin hayata hazırlanması için neler yapıyoruz? Onları hayata, nasıl hazırlıyoruz? El bebek gül bebek yetiştirdiğimiz çocuklarımız, ilerleyen zamanda kendi başlarına bir iş yapabilecekler mi? Kendi başlarının çaresine bakabilecekler mi? İşte o çocukların yanında bizler her zaman olamayacağız. O çocuklar başları sıkıştığında, zor durumda kaldıklarında bir kurtarıcı bekleyecekler; ama işte o kurtarıcılar her zaman yanlarında olmayacak. Gerçekler ortada, karar bizim!
SÖZÜN ÖZÜ:
Nasıl ki elmas yontulmadan kusursuz olamazsa insan da acı ve zorluk çekmeden olgunlaşamaz. Konfüçyüs