Değerli dostlar, eylül ayı, Ege Bölgesi, özellikle de Manisa ve ilçeleri için düşman işgalinden kurtuluş günleridir. 3 yıl 3 aydan fazla süren bu işgalde halkımız çok acılar çekmiş, çok zulümler ve kötülükler yaşamıştır. Bu topraklar kolay yurt olmadı, bu vatan kolay kurtarılmadı.
İŞTE SİZE YAŞANMIŞ BİR OLAY…
Mahkeme salonuna eli bağlı üç kişi getirildi, sanık sırasına oturtuldu. Mahkeme başkanı Saruhan Mebusu Mustafa Necati, sanıklardan en yaşlısı olan ihtiyar köylüye sordu. “Baba, adın ne?” Dinleyicilerde bir ferahlama görülür. Demek ki bu ihtiyarın suçu ötekilerden daha hafif. Bu yüzden ilk o yargılanıyor. İhtiyar, ayağa kalkar ve “Hüsnü” der. Mahkeme başkanı sorularını ardı arkasına sorarken ihtiyar köylü de duraksamadan cevaplar. “Baba adı?”
“Ramazan” Nerelisin? İnebolu’nun Çatal bucağından.
MAHKEME BAŞKANI ASIL SORUYU SORAR:
“Baba, sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamışsın, bir asker kaçağına yataklık etmişsin!” der. İhtiyar köylü heyecanla, “Tövbe de Reis bey!” der. Mahkeme başkanı da “Ben tövbe dedim de sen ne dersin?” diyerek ihtiyar köylüyü sıkıştırmaya çalışır. İhtiyar köylü, mahkeme başkanının bu üstelemesinden sıkılır. Elini koynuna sokup yıpranmış, buruşuk iki tomar kağıt çıkarır, kürsüye doğru sallar ve mahkeme başkanına, “Reis Bey, Reis Bey! Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediğinden utanırsın!” diye karşılık verir. Mahkeme başkanı, “Neden?” diye karşılık verir. İhtiyar köylü, bu soru karşısında bir arslan gibi kükrer. “Bu kağıtlar, Balkan Harbinde ve Çanakkale’de şehit düşen oğullarımın nüfus kağıtlarıdır. İki arslanını vatan için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahpe gibi gizlemez Reis Bey!”
Bu kükreyişten sonra mahkeme salonunda çıt çıkmaz. Mahkeme üyeleri, birbirlerinin yüzüne bakarlar. Şaşkındırlar. Bu sessizlik anında ihtiyar köylü, birden yamalı mintanını yırtar. Çıplak, ak kıllı göğsü dışarı fırlar.
***
İhtiyar köylünün kükremesi devam eder. “Hele gel Reis Bey, yakın gel de şu kalbura dönmüş göğsüme bak! Bu gördüğün yaraları, Makedonya'da Bulgar çeteleri ile döğüşürken aldım. Sekiz yıl askerliğim var benim. Kurşun yarasına yara demem. Şehit arslanlarımın yarasıdır bağrımı delen. Benim oğlum, askerden kaçsa bile ben saklamam. Bunu böyle bil!
***
Mahkeme başkanı Mustafa Necati Bey, sıkıntısını gizleyemeyerek ihtiyar köylüye sorar. “Peki; baba, oğlunu en son ne zaman, nerede gördün?” Biraz önce aslan gibi kükreyen ihtiyar köylü, birden sakinleşir ve hüzünlü bir ses tonuyla “En son ilk kar düştüğünde gördüydüm; aha şurada, Kastamonu askerlik şubesinin önünde, Ankara’ya selametlerken...”Mahkeme başkanı tekrar sorar. “Sonra hiç haber almadın mı?” İhtiyar köylü, bu soru karşısında duralar. Bu soruyu beklemediği bellidir. Kuşkulu gözlerle dinleyicilerden yana bakar. Oradaki birilerinden, birilerinin bir şeyler söylemesinden korkuyor gibidir. Kararsızdır. Bir süre sağına soluna bakar ve tükenmiş bir ses tonuyla mahkeme başkana döner: “Diyecem, diyecem emme; o itin ipini de ben çekecem!” der.
***
Mahkeme başkanı, güngörmüş, geçirmiş bir tavırla sorar: “Anlat bakalım baba! ”İhtiyar köylü, tükenmişlik ve çaresizlik içinde yavaş yavaş anlatmaya başlar. “Askerin bazısı kandırılmış, başıbozuk olmuş dediler. Askerden kaçanları ortalıkta görmüyorduk, emme kulağımıza geliyordu. Kaçaklar, yakalanırım, korkusuna evine ocağına gelmezmiş. Kimi dağa çıkıp eşkiyalık edermiş. Kimi de bir kıyıya siner mektup yazıp evden para istermiş. Bir ay önce bana da bir mektup geldi. Muhtar getirdi. Hah dedim, oğlan askerden kaçtı, para ister. Benim okumam yazmam yok. Utancımdan kimseye okutamadım. Muhtar, her önüne gelene demiş, bana mektup geldiğini. Ele güne bakamaz oldum. Dünyaya kahrettim, eve kapandım.”
***
Konuşmasına ara veren ihtiyar köylü eğilir, bağlı elleriyle yün çorabının arasından katlanmış bir kağıt çıkarır. Mahkeme heyetine doğru uzatır ve “Aha mektup bu! Alın okuyun. Nerdeyim, diyorsa gidin yakalayın. Asarken de ipini bana çektirin.” der.
***
Mahkeme başkanı Mustafa Necati Bey, kendisine uzatılan kağıdı açar, okur. Birden yerinden fırlar. Ağlayarak kürsüden iner. İhtiyarın önüne gelir ve hıçkırıklı boğuk sesiyle “Baba, bizi bağışla. Senin küçük oğlun da İnönü'de şehit düşmüş. Sana gelen mektup, askerlik şubesinin şehitlik ilmuhaberiymiş.” der.
***
İhtiyar köylü, elini öpmek isteyen Mustafa Necati Beyi durdurur ve “Vatan sağ olsun! Siz arslanlarım sağ olun!” der ve sessizce ağlamaya başlar. İhtiyar köylünün çıplak ak kıllı göğsü, bir körük gibi inip kalkar, kırışık yanaklarından süzülen gözyaşları sakalının içinde kaybolur. İhtiyar köylünün bu durumunu, vatan hainliği suçlamasından kurtulduğuna mı yoksa son oğlunu da yitirdiğine mi ağlıyordu; kimse anlayamadı. İşte bu vatan, böyle kurtarıldı; çok büyük özverilerle kazanıldı. Ve Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, böyle kuruldu. Yaşasın Cumhuriyet!
SÖZÜN ÖZÜ
Ey Türk ulusu! Sen yalnız kahramanlıkta ve yiğitlikte değil, fikirde ve uygarlıkta da insanlığın şerefisin. Kitap Yüzü