Haklı nedenlere sığınıp terör estirmek: Amerika da 11 Eylülde olduğu gibi, meşru stratejik bir hamle kisvesi altında bütün dünyada terör estirerek adalet sağlamaya çalışması. Yıl 1987 Tahsin amca tamı tamına doksa beş yaşındaydı. Ömrünün elli yılı bu evde, otuz yılı memuriyet ve sürgünde, on beş yılı da ceza evinde geçmişti. Çalınmış, kandırılmış on beş yıl. Hiçbir zaman bunu sindiremedi içine. Bunun hesabını sormayı çok istiyordu birilerinden ama nasıl? Artık Allaha havale etmişti. Sabahın ilk kızıl ışıkları çatılara vurmaya başlamış, güneş sessiz ve ulu, bir o kadarda kendinden emin yükseliyordu tepelerden. Tahsin amca gitti pencereyi açtı. Bahar doldu içeri, cıvıl-cıvıl kuş sesleri ve ıhlamur kokuları; derin-derin içine çekti. Sonra gitti: belki yirmi yıldır aynı yerinde duran kocaman Grundig marka Radyoyu açtı. Ajanslar başlamıştı. Tekrar camın önüne dikildi. Uzaklara uzun uzun baktı.
***
Zaman ne çabukta geçmişti, hele bu yıl daha bir yaşlandığını hissetti. Artık tek başına merdiven çıkamıyordu. Kimseye belli etmedi. Bilmesinler. Torunu Efe de bilmesin, üzülürdü. Komşularda bilmesin. Ağır ağır koltuğuna yanaşıp bırakıverdi kendini. Oğlu bilsin miydi? Düşündü; oda bilmesin, üzülürdü. Ama gelini bilsin. O çok iyi bir kadındı, onu çok severdi. Gelini de onu, sakal taraşını bile gelini yapardı. Ajansları dinlerken biraz şekerleme yapar, uykuya geçip geçmeme arasında bir zaman geçer, gözleri kapanır, uyku arasında da bir zaman geçer tekrar gözlerini açar Ağır-ağır gider radyoyu kapatır “Gençliğimden beri hep aynı haberler, asıl anarşist bu radyolardır” diye mırıldanırdı. Öğrenci hareketleri, anarşi, un, yağ, çay kuyrukları, elli yıldır aynı sorunlar. Bu sorunlar bazen şekil değiştirir kılıktan kılığa girer sonra bir yerlerden ansızın yeniden patlardı. Hep aynı senaryo, eğer bir sorun yıllarca devam ediyorsa ve onun arkasına sığınılarak bir şeyler gizleniyorsa, bunda bir hinlik var demekti. Tahsin amca gerçekleri anladı anlamasına ama çok geç kalmıştı. Bunlar insanları bir böcek kadar küçümser ve öyle muamele ederlerdi diye düşündü. Zavallı insanlar, daima bir it dalaşının içine sürükleniyorlardı.
***
Kasalarda biriken paralar dışarıya hortumlanır, ülke zayıflar, sorunlar çıkar, işsizlik artar tuz şeker kuyrukları başlar ve sonra ne yapmak gerekir? Bunlara bir kılıf uydurmak. Al sana kılıf. Anarşi, sağ, sol olayları vs.. Anlayacağın; dışarıya hortumlanan paralardan dolayı ülke geriler bu gerilemeye sebep olarak, terör gösterilir ve bütün çabalar ve gayretler ülke kalkınmasına değil de teröre harcanırdı. Yani tavşana kaç tazıya tut hikâyesi. Ve dışarıda ki akbabalar ellerini ovuşturarak kıs-kıs gülerlerdi inlerinde. İçerideki yardakçılarda, önlerine atılan kırıntılarla meşguldürler. Bu satılmış asalaklardan her zaman her yerde bulunur zaten. Bunların dışında iyi insanlarda var tabi; ama bunları yönetime almazlar, sahanın dışına iterlerdi. Bunlarda örgütlenmeyi akıl edip beceremezler, işi kadere bırakır giderlerdi. Sonrası mı? Adamlar gelir çöreklenir, yönetimi ele alır, bir müddet sonra seni kendi topraklarında kendilerine köle yaparlardı.
***
Sorunları sorun olarak görmeyip, çözüm üretmeyen atanmış ve seçilmişler, sorunları yaratanlarla işbirliği içerisindedirler. Hepsi okumuş insanlar ya, yeri gelince vatana ve millete sığınmayı iyi becerirlerdi. Onlara göre vatan nedir ki? Vatan o ülkeyi yönetenler (kendileri) değil midir ki, (onlara göre). O zaman vatan kutsal mıydı? Taş ve toprak parçası neden kutsal olsun ki. Bu topraklarda sadece eziyet edenler kutsaldı. Durum onu gösteriyordu. Tahsin amca zorlukla yerinden kalktı, aklının gel gitleri onu rahatsız ediyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Böyle çaresizce durmak zül geliyordu. Nasılda kandırılmışız diye tekrar hayıflandı. Kimimizi komünist, kimimizi faşist yaptılar meydanlara saldılar. Sonra el altından ülkemin kaynaklarını iç etmeye koyuldular. Ne güzelde inandırdılar.
***
Tahsin amca bastonuyla doğru yavaş-yavaş yürüdü. Ben bunları torunuma anlatmalıyım diye düşündü. “Oğul-oğul demeliyim. Hiç kiracı oturduğu evi ev sahibi gibi gözetip kollar mı? Biz ülkemiz için ev sahibi olmalıyız demeliyim. Oğul-oğul demeliyim memur kısmı mal sahibi değildir, emanetçidir demeliyim” Bunları bir-bir anlatmalıyım torunuma diye düşündü. Tahsin amca birden pencereye yöneldi. Uzaklardan horoz sesi geliyordu. Şehrin göbeğinde kibrit kutusu gibi istiflenmiş evlerde horoz sesini duymayalı çok olmuştu. Başını pencereden çıkardı. Sanki on sekiz yaşındaydı. Horoz tekrar öttü. Şimdi ses daha yakın, daha canlıydı. Derin bir soluk aldı. Horoz üç beş kez daha öttü. İçine su serpildi. Evet; zamanı gelince horoz sesi de duyuluyormuş. Güzel günleri vaat eden ıslık sesleri de duyulacaktı bir gün. Hiçbir şey için geç değildi, zamanı vakti gelince her şey olabilirdi. Yeter ki tüm doğaya, bahçelere, gözümüzün alabildiği ufuklara güzel meyveler veren tohumlar ekelim. Tüm çocuklar yiyebilsin diye…
***
ÖNERME: Yarınlara bırakacak bir şeyler üretemeyen toplumlar, kaybolan kutsal emanet gibidirler. Yerinin bir daha dolmayacağını anladıklarında, köleliğe boyun eymiş olurlardı…