Değerli dostlar, bu haftaki yazımızın konusunu geçtiğimiz yarı yıl tatil günlerinde belirlemiştim. Hatta aklıma gelen önemli cümleleri de ara ara not alarak yazacaklarımın arasına yerleştirdim. Alınan notlardan, okunan yazılardan ve yaşanan olaylardan ortaya çıkan konu, yaşadığımız her an, karşımıza çıkan gerçekler olarak duruyor.
Evet, bu haftaki yazımızda çocuklarımızı ele almaya çalışacağım.
2020 ve 2021 yılları, çocuklarımız için kayıp yıllar oldu. Bu süreçte okul ortamından ve öğretmen eğitiminden uzak kalan çocuklarımız evlerde, ama yalnız; ama anne babalarının gözetiminde uzaktan öğretim görmeye çalıştılar.
Şimdi tüm veliler, anne babalar, bu süreçte çocukları için ne yaptıklarını ve ne yapmadıklarını ya da yapamadıklarını şöyle bir listelesinler. Sonra da listenin olumlu ve olumsuz ağırlığını adilce tartsınlar. Ortaya ne çıkmış, bir baksınlar. Bu tartı, bizim tutum ve davranışlarımızın göstergesi olacaktır.
Okulların kapalı olduğu bu süreçte, sosyal medyadan da çok ilginç yaşanmışlıklar paylaşıldı.
Bu paylaşımlardan okulların ve öğretmenlerin ne kadar önemli, değerli ve gerekli olduğu ortaya çıktı.
Evet, değerli dostlar; bu salgın sürecinde evde kalan çocuklarımızı, biraz daha yakından tanıma fırsatı bulmuşuzdur. Çünkü çocuklarımız, okullarda o kadar ilginç ve değişik davranışlar sergiliyorlar ki anlatılması ve inanılmazı imkansız.
Hani, çok bilinen bir söz vardır; “Çocuk, istediğin gibi değil; yetiştirdiğin gibi olur.”
Evde anne babaların tutum ve davranışı, çocukları çok fazla etkiler.
Küçük bir öykü aktarayım size.
Kadın, evde bir karınca görür. Eğilir ve karıncaya şöyle der: “Ah tatlım, sen buraya nereden geldin? Seni çiğnerler. Seni yuvana götüreyim mi?”
Konuşmaları duyan kadının çocuğu hemen koşup gelir ve “Anne, kiminle konuşuyorsun?” der. Annesi de “Karıncayla…” der.
Çocuk, “Karınca seni anlar mı?” diye sorunca annesi de “O anlamasa da sen anlarsın!” der.
Karıncayı kağıdın üzerine alıp yuvasına götürürler.
O günden sonra o çocuk, düşen bir arkadaşının elinden tutar, kaldırır.
Bir başka anne ise evde karıncayı görünce “Geberecek! Nereden geldin?” der ve karıncayı ezerek öldürür. O annenin çocuğu da okulda arkadaşına tekme atar, arkadaşlarını iter.
Arkadaşı düştüğünde sırıtan, telefonu düştüğünde kalp krizi geçiren bir kuşakla karşı karşıyayız. Ve böyle bir dönemin çocuklarına öğretmenlik yapmak ne demek biliyor musunuz? Yaşanmadan anlaşılmaz!
Aristoteles de şöyle der: “Kalbi eğitmeden aklı eğitmek, eğitim değildir. Vicdan olmadan bilgi sahibi olmak, tehlikelidir.”
Rahmetli Doğan Cüceloğlu da şöyle demişti: “Mükemmel değil, merhametli çocuklar yetiştirin. Kedilerin kuyruğunu çekmeyen; karıncaları çiğnemeyen ve karınca yuvalarına basmayan; salyangozları ezmeyen; köpekleri taşlamayan veya tekmelemeyen; ağaçlara zarar vermeyen; ağaç dallarını kırmayan; çiçekleri çiğnemeyen; ağlayan arkadaşına sarılıp neyin var, diye soran; düşen arkadaşını kaldıran; sevgiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi bilen çocuklar yetiştirmeliyiz.”
Ünlü çocuk eğitimcilerinin öğütlediği bir başka bilgi zinciri de şöyle:
“Çocuğunuza bir an önce akademik bir şeyler öğretmeye çalışmayın. Zamanı geldiğinde her şeyi öğrenecek. Ona, merhameti öğretin, adaleti ve adaletli olmayı öğretin; dürüstlüğü ve güvenilir olmayı öğretin; yurtseverliği öğretin; özür dilemeyi öğretin; bir kadının bir erkeğe, bir erkeğin bir kadına nasıl davranması gerektiğini öğretin; hayvanlara ve diğer canlılara şefkatli olmasını öğretin ve en çok da kendi hakkını savunmasını öğretin.”
Söylenecek çok söz var, yazılacak çok şey var da neyse!
Yazımızı şöyle bitirelim. Evet, eğitim ailede, evde başlar. Sonrası, başladığı gibi gider.
Sözün Özü
Çocuk, ne yaşıyorsa onu öğrenir. Dorothy L. Nolte