İnsan dünyaya KULLUK için gönderilmiş. İnsan için, 124.000 peygamber gönderilerek, ellerine de mucizeler verilerek ona vazifesi detaylarıyla anlatılmış. Ancak insan bu dünyaya gelirken bütün varlıkların, meleklerin de üstünde çok yüksek kabiliyetler, hisler, özelliklerle gönderilmiştir. Arzuları ebede kadar uzanan insanın eli kısa, ömrü kısa; düşmanları çok, kendi gücü ve zatî özellikleriyle yapma gücü olmayan acz ve fakr içinde oluşu her ne kadar imtihanıyla ilgiliyse de onu çok güç durumda bırakır, KULLUĞU yerine getirirken hatalar yapar, her zaman kulluğunu idrak edemez.
Yaratıcımızın, ne bizim galaksimizde, ne de başka yerlerde HAYATIN olduğu bir yer yaratmadığı, dikkat edilirse, sadece dünyamızda hayat için çok büyük ayarlamalar yaptığı görülebilir. Yani mesela diğer pek çok gezegende atmosfer oluşamazken, Dünyamızda hem de oksijen, karbondioksit, azot vb. gazların miktarları bile tam da hayata uygun ayarlanmıştır. Yakınında konumlandığımız Jüpiter büyük çekim gücüyle büyük astroit ve göktaşlarını çekerek bizi kurtarır. 23 derecelik bir açıyla başını tevazuuyla eğen dünya, mevsimleri meydana getirirken, yüzlerce yıl mevsimi süren gezegenler yanında çok lüks konumdadır. Hele başka yerler gündüz +500 derece sıcakta yanarken, geceleri -270 derece sıcaklıklarla donmanın ötesinde perişandır. Dünyada ısı ortalama +14 derecelerde hayat bahşeder.
Bir de bütün bu şartlar bizim için, İnsan için ve ona göre dizayn edilmiştir. Kaçıp gitmesi gereken OZON 22. km’de bizi zararlı ışınlardan korumak için nöbetçilik yaparken, Küremizin merkezindeki MAGMA da güneşin radyasyonundan muhafaza etmektedir. Her gezegen bir damla suya muhtaçken, Dünya üstünün nerdeyse ¾’ü suyla dolu ve insan, hayvan ve bitkiler hepsi de su ile yaşamaya uygun halk edilmişlerdir.
Bütün bu ayarlamaların TESADÜFEN olamayacağı gibi, gezegenlerin, atomların veya insanların yapabileceği şeyler olamaz. Kendisi yaratılmış olan ve yaratılmış nehir, dağ, ağaç, sema, hayvan vb. şeylerden oluşan TABİAT da yaratıcılığa soyunamaz. Kendi kendine de olamayacağına göre, Yaratıcımız “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim…” mealindeki bir Kudsi Hadisle bize mesaj verirken, bütün kainatımızı tamamen mucizeli yaratışlarla, varlığına ait deliller ile doldurmuştur.
Ancak ilmin DÜRTÜ(!) dediği açlık, susuzluk, cinsiyet vb arzuları onun davranışlarını şekillendirdiğinden, belli sürede yemez, içmez ise ölüm kaçınılmazdır. Bu duyguların şiddetli ihtiyaçla çok tesirli olması sebebiyle ŞÜKÜR kullukta önemli bir tezahürdür. Yani kime teşekkür edeceğini, şükredeceğini bilmek, kulluğun önemli bir ifadesidir. Harika bir elmayı yiyen insanın Elhamdülillah demesi, manava, üreticiye, fotosentezle elmayı zahiren yapmış görünen ağacına değil de Allah’a şükreden insan, adeta “Yarabbi bu elmayı sebeplerin değil de, SENİN yarattığının farkındayım, kulluğum gereği şükrü de sana yapıyorum” diyerek imanını ilan etmiş olur.
Fakat normal şartlarda insan bu şükrü nimetleri yaratana değil, aracılara dağıtır. Sebeplerde boğulur. Onları aşamaz. Hatta kendisine de gizli-açık yaptırım gücü vererek, T.Fikret gibi “Rabb-i Mümkinat” görmeye başlar. Bazı mucizeli oluşumların zahirlerini öğrenince, inandığı vehmi TANRISINI kainat dışına kovaladığını sanır!
Fakat ramazanda öyle bir manevi panayır oluşur ki zihinler o ulvi havanın tesiriyle bütün latifeleriyle aşk derecesinde bağlı olduğu RIZIKLARA açlığın zorlamasıyla yönelir, onlara ihtiyacını mecburen düşünür.
Bütün ümmetlere Oruç ibadeti emredilmiştir. (Bakara,183) Merhametli, Rahman’ür Rahim olan Rabbimiz yarattığı en üstün varlığa, onu ve terbiyesini en iyi de O bildiğinden, merhameten, Oruçla, onu sırat-ı müstakime gitmeye adeta yönlendirmiştir.
“Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada… dizdiği cihetle, kemâl-i Rububiyetini ve Rahmâniyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında – Ene’yi tam çözemedikleri zaman -…esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği HAKİKATİ tam göremiyor, bazen unutuyor.
Hâlbuki bu nimetleri vereni bulmak, anlamak, onun emirlerine râm olmak kulluğumuzun gereğidir. İşte orucun kıymeti tam anlamıyla burada ortaya çıkmaktadır. İnsanın nimetlere ihtiyacını tam olarak hissetmesi lazımdır; ancak, “...sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî AÇLIK hissetmedikleri zaman, çok NİMETLERİN kıymetini derk edemiyor” lar.
“Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle UBÛDİYETİNİ bildirmek” olduğu, ortaya konur." Cenâb-ı Hakkın Rububiyeti noktasında orucun çok hikmetleri…” fiilen, hikmetle harika bir uslûpla anlatılır. Bizleri tesirli bir Kulluğa taşır.
Normalde İNSAN “…, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder.” bir nefisle “... mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder”.“Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi MÂLİK değil, memlûktür; hür değil, ABDDİR. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, UBÛDİYETİ takınır, hakikî vazifesi olan ŞÜKRE girer.”
Anasayfa
Yazarlar
Sernur Yassıkaya
Yazı Detayı
Bu yazı 1905+ kez okundu.
NEDEN ORUÇ, NEDEN AÇLIK
İnsan dünyaya KULLUK için gönderilmiş. İnsan için, 124.000 peygamber gönderilerek, ellerine de mucizeler verilerek ona vazifesi detaylarıyla anlatılmış. Ancak insan bu dünyaya gelirken bütün varlıkların, meleklerin de üstünde çok yüksek kabiliyetler, hisler, özelliklerle gönderilmiştir. Arzuları ebede kadar uzanan insanın eli kısa, ömrü kısa; düşmanları çok, kendi gücü ve zatî özellikleriyle yapma gücü olmayan acz ve fakr içinde oluşu her ne kadar imtihanıyla ilgiliyse de onu çok güç durumda bırakır, KULLUĞU yerine getirirken hatalar yapar, her zaman kulluğunu idrak edemez.
Yaratıcımızın, ne bizim galaksimizde, ne de başka yerlerde HAYATIN olduğu bir yer yaratmadığı, dikkat edilirse, sadece dünyamızda hayat için çok büyük ayarlamalar yaptığı görülebilir. Yani mesela diğer pek çok gezegende atmosfer oluşamazken, Dünyamızda hem de oksijen, karbondioksit, azot vb. gazların miktarları bile tam da hayata uygun ayarlanmıştır. Yakınında konumlandığımız Jüpiter büyük çekim gücüyle büyük astroit ve göktaşlarını çekerek bizi kurtarır. 23 derecelik bir açıyla başını tevazuuyla eğen dünya, mevsimleri meydana getirirken, yüzlerce yıl mevsimi süren gezegenler yanında çok lüks konumdadır. Hele başka yerler gündüz +500 derece sıcakta yanarken, geceleri -270 derece sıcaklıklarla donmanın ötesinde perişandır. Dünyada ısı ortalama +14 derecelerde hayat bahşeder.
Bir de bütün bu şartlar bizim için, İnsan için ve ona göre dizayn edilmiştir. Kaçıp gitmesi gereken OZON 22. km’de bizi zararlı ışınlardan korumak için nöbetçilik yaparken, Küremizin merkezindeki MAGMA da güneşin radyasyonundan muhafaza etmektedir. Her gezegen bir damla suya muhtaçken, Dünya üstünün nerdeyse ¾’ü suyla dolu ve insan, hayvan ve bitkiler hepsi de su ile yaşamaya uygun halk edilmişlerdir.
Bütün bu ayarlamaların TESADÜFEN olamayacağı gibi, gezegenlerin, atomların veya insanların yapabileceği şeyler olamaz. Kendisi yaratılmış olan ve yaratılmış nehir, dağ, ağaç, sema, hayvan vb. şeylerden oluşan TABİAT da yaratıcılığa soyunamaz. Kendi kendine de olamayacağına göre, Yaratıcımız “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim…” mealindeki bir Kudsi Hadisle bize mesaj verirken, bütün kainatımızı tamamen mucizeli yaratışlarla, varlığına ait deliller ile doldurmuştur.
Ancak ilmin DÜRTÜ(!) dediği açlık, susuzluk, cinsiyet vb arzuları onun davranışlarını şekillendirdiğinden, belli sürede yemez, içmez ise ölüm kaçınılmazdır. Bu duyguların şiddetli ihtiyaçla çok tesirli olması sebebiyle ŞÜKÜR kullukta önemli bir tezahürdür. Yani kime teşekkür edeceğini, şükredeceğini bilmek, kulluğun önemli bir ifadesidir. Harika bir elmayı yiyen insanın Elhamdülillah demesi, manava, üreticiye, fotosentezle elmayı zahiren yapmış görünen ağacına değil de Allah’a şükreden insan, adeta “Yarabbi bu elmayı sebeplerin değil de, SENİN yarattığının farkındayım, kulluğum gereği şükrü de sana yapıyorum” diyerek imanını ilan etmiş olur.
Fakat normal şartlarda insan bu şükrü nimetleri yaratana değil, aracılara dağıtır. Sebeplerde boğulur. Onları aşamaz. Hatta kendisine de gizli-açık yaptırım gücü vererek, T.Fikret gibi “Rabb-i Mümkinat” görmeye başlar. Bazı mucizeli oluşumların zahirlerini öğrenince, inandığı vehmi TANRISINI kainat dışına kovaladığını sanır!
Fakat ramazanda öyle bir manevi panayır oluşur ki zihinler o ulvi havanın tesiriyle bütün latifeleriyle aşk derecesinde bağlı olduğu RIZIKLARA açlığın zorlamasıyla yönelir, onlara ihtiyacını mecburen düşünür.
Bütün ümmetlere Oruç ibadeti emredilmiştir. (Bakara,183) Merhametli, Rahman’ür Rahim olan Rabbimiz yarattığı en üstün varlığa, onu ve terbiyesini en iyi de O bildiğinden, merhameten, Oruçla, onu sırat-ı müstakime gitmeye adeta yönlendirmiştir.
“Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada… dizdiği cihetle, kemâl-i Rububiyetini ve Rahmâniyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında – Ene’yi tam çözemedikleri zaman -…esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği HAKİKATİ tam göremiyor, bazen unutuyor.
Hâlbuki bu nimetleri vereni bulmak, anlamak, onun emirlerine râm olmak kulluğumuzun gereğidir. İşte orucun kıymeti tam anlamıyla burada ortaya çıkmaktadır. İnsanın nimetlere ihtiyacını tam olarak hissetmesi lazımdır; ancak, “...sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî AÇLIK hissetmedikleri zaman, çok NİMETLERİN kıymetini derk edemiyor” lar.
“Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle UBÛDİYETİNİ bildirmek” olduğu, ortaya konur." Cenâb-ı Hakkın Rububiyeti noktasında orucun çok hikmetleri…” fiilen, hikmetle harika bir uslûpla anlatılır. Bizleri tesirli bir Kulluğa taşır.
Normalde İNSAN “…, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder.” bir nefisle “... mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder”.“Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi MÂLİK değil, memlûktür; hür değil, ABDDİR. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, UBÛDİYETİ takınır, hakikî vazifesi olan ŞÜKRE girer.”
Ekleme
Tarihi: 29 Nisan 2019 - Pazartesi
NEDEN ORUÇ, NEDEN AÇLIK
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.