Sosyal Hayata Tesiri-
Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye yani sosyal hayatımıza baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsan sosyal bir varlıktır, İhtiyaçlarını, diğer insanlarla karşılıklı yardımlaşma ile halledebilir. Yalnız yaşayamaz. Etrafındaki insanlarla yardımlaşmaya mecburdur. Sosyal hayat çökerse onun hayatı da tehlikeye girer. Diğer inanların da saadetini düşünmek mecburiyetindedir.
İnsanlar maişet, geçim, gelir cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa, farklılığa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine, yardımına davet ediyor. Halbuki zenginler FUKARANIN acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine, kendisi gibi olanlara şefkat ise, hakikî ŞÜKRÜN bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükellef, vazifelidir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, ŞEFKAT vasıtasıyla muavenete, yardıma mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor.
Nefsin Terbiyesine Tesiri-
Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Nefis, kendini hür ve SERBEST ister ve öyle telâkki eder. Hattâ mevhum, vehmî, hayalî bir rububiyeti, Rablığı, Terbiyeciliği ve keyfemâyeşâ hareketi, keyfi nasıl isterse öyle hayat sürmeyi fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gâsıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi, akılsızca kıymetini bilmeden, adi birer şey gibi tıkınır, yutar.
İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik değil, memlûktür. Yaratıcıya bir çeşit köledir; tamamen hür değil, Abddir, Kuldur. “Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz” diye, mevhum, hayali rububiyeti kırılır, ubûdiyeti, kulluğu takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer, Kul olur, İnsan gibi İNSAN olur…
Ahlakımızı Güzelleştirmesi-
Ramazan Orucunun, nefsin tehzib-i ahlâkına yani ahlakımızı güzelleştirmeye ve serkeşâne, isyancılar gibi muamelelerinden vazgeçmesine baktığı noktasında çok hikmetlerinden birisi şudur:
Nefs-i İnsaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevâle maruz, yok olmaya giden ve musibetlere, belalara hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez, düşünemez maalesef! Adeta demirden bir vücudu var gibi, lâyemûtâne, kendini ebedî, ölümsüz hayal eder gibi dünyaya saldırır. Şedit bir hırs ve tamahla ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını, Rabb-i Rahimini unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır, dünyasını da ahretini de maalesef mahveder.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve inatçılara, zayıflığını; aczini ve fakrını, fakirliğini, gücünün dışında ne kadar çok şeye ihtiyacı olduğunu ihsas ediyor, hissettirip, idrak ettiriyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu idrak eder. Nefsin Firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile Allah’ın yüce katına ilticaya, sığınmaya bir arzu hisseder ve eğer gaflet kalbini bozmamışsa; açlığın tesiriyle, bir şükr-ü mânevî tarzında Rahmet Kapısını bütün kalbiyle çalar…